30 Kasım 2014 Pazar

SİZE SICAĞI SICAĞINA BİR TOLGA ÖZKALFA HİKAYESİ!

SİZE SICAĞI SICAĞINA BİR TOLGA ÖZKALFA HİKAYESİ!
-------------------------------------------------------------------------------
Not: Bu yazıyı 2013 Ocak ayında yazmışım. Yazma nedenim de, Tolga Özkalfa isimli bu gecenin kahramanı (!) hakemimiz o günlerde oynanacak olan Galatasaray-Beşiktaş maçına atanmış. O yazıyı buldum; yemin ediyorum sadece "lobi" ile "resepsiyon" kelimeleri hariç AYNEN paylaşıyorum.
Bakın...
O Tolga Özkalfa için taaa 2013 Ocak ayında ne demişim! 
--------------------------------------------------------------------------
Seneyi hatırlamıyorum. Galatasaray’ın bir maçı için Ankara’dayız. Giderken, gazetem Sabah bana Ankara’nın en merkezi yerinde “yüksek katlı” bir otel ayarlamış. Otele yerleştim, oda numaram kesin hatırlamıyorum ama 8. kattaydı, biz ona “835 numara” diyelim.
Akşam maç saati geldi. Her şey sorunsuz devam ediyordu. Devrede fotoğraf geçmeye gittiğimiz için görmedik; maçın devresinde 4. hakem durduk yerde icat çıkarmış (!), saha kenarında yedek kulübelerine yakın yerde maçı izleyen gazileri ve engelli taraftarları tel örgülerin arkasına attırmış! 
Devrede epey sorun yaşanmış; ama bizim çoğumuzun haberi yok!
Maçın son 10 dakikası falandı. Korner bayrağı dibinde çalışan biz foto muhabirlerinin yanından, engelli bir taraftar (!) sahaya fırladı. Belden aşağısı yok gibiydi… Yürek yaralayan bir görüntüydü.
Sonradan öğrendik ki; gaziymiş! Senin için, benim için “ölümü” göze alan bir adam yani... Başa taç yapılacak bir adam! Devrede 4. hakemin (!) kendilerine reva gördüğü muameleyi protesto etmek için sahaya dalmış. (O maçı, hafızası kuvvetli arkadaşlarım da hatırlayacaktır.)

Duruma tam vakıf olduktan sonra tele objektifi çıkartıp, flaş ve geniş açıyı takarak kale arkasına yakın bölümde olan “tel örgüler arkasına atılmış” (!) o taraftarları çektim.
Maç da, bunun dışında sorunsuz bitti.
Haa bu arada; maçın tek vukuatına neden olan kişi, daha yeni yeni Süper Lig maçlarına gelmeye başlayan, bu yüzdende yüzünü-simasını pek bilmediğimiz TOLGA ÖZKALFA’ymış!
Neyse; ben stattan resimleri geçerek OTELİME geldim. Kendi makinalarımız, laptop falan, yükümüz zaten çoktur. Daha otele adım atar atmaz, solumda ünlü hakemlerden (!) Cem Papila ve diğer yardımcılarını gördüm. Onların bizim hikayemiz ve bizim maçımızla alakası yok… Onlar da, ‘ertesi günkü maç için’ gelmişler, odalarına yerleşmek üzere işlemlerinin tamamlanmasını beklerken “takım elbiseleriyle” koltuklarda oturuyorlardı.
Şöyle hafif bir baş selamı vererek lobiye doğru yöneldim. Ünlü insanın etrafı kalabalık olur; bilirsiniz. Bizim Cem Papila’nın da etrafında 3-4 kişi var ama hiçbiri benim ilgimi çekmedi. Yüzlerine bile bakmadım desem yeridir.
Resepsiyondaki görevliye; “835 numarayı alabilir iyim?” dedim. Anahtarı aldım; tam odama yönelmişken Cem Papila’nın etrafındakilerden biri bana “sertçe” seslendi:
“Siz; 213 numara değil miydiniz?”
Ömrümüz “o otelde” geçmiyor. Oda numaramızı “ezbere” bilmek zorunda değiliz. Adam bana öyle bir tonda söylendi ki, ben oda numaramdan endişe eder bir vaziyette elimdeki anahtara baktım:
“Yoo... 835 numarada kalıyorum ben”
Sandım ki adam; otelin gündüz çalışanlarından biri... Benim odamı kesin biliyor ve “yanlış anahtarı aldığımı” iddia ediyor…
Değilmiş! 
Bana onu söyleyen; az önce çektiğimiz maçın 4. hakemi TOLGA ÖZKALFA’ymış!
“Yok, yok” dedi ve devam etti:
“Ben oda numaranızı kastetmiyorum. Siz maçtaki 213 yelek numaralı foto muhabiri değil misiniz?”
Ben de o an dank etti!
Bilirsiniz, asker, polis ve hakem gibi insanların tipine pek bakmazsınız. Sizin için hemen hepsi “aynı insan gibi”dir. Hakem kıyafetiyle yarım-yamalak hatırladığım o kişi (!); bana resmen posta koyuyordu!
Ne olduğunu anlamaya çalışırken, o hala bana sallamaya devam ediyordu. Yok efendim, “oradan fotoğraf çekilir miymiş” de, “flaş kullanılır mıymış” da, bi sürü şey söylüyordu.
Ben ilk şaşkınlığı attıktan sonra “Ne diyorsun ya sen?” dedim.
“Dünyanın her stadında fotoğraf çektim. Nerden çekilir, nerden çekilmez, senden mi öğreneceğim?” diye ekledim.
Rapor verecekmiş; bana ceza verdirecekmiş!
“Ver… Ver bakalım da gör; kim haklıymış, kim haksız görelim” diye cevap verdim.
Stattaki maç yüzünden (!); Ankara’nın en lüks otellerinden birinde (!) hakemle foto muhabiri birbirimize giriyorduk. Ama olayı en az benim kadar şaşkınlıkla izleyen Cem Papila da Tolga Özkalfa’nın “dangalaklığını” fark edip, eteğinden çekiştirmeye başladı. Çekiştirirken de:
“Tolgaaaaa. Bu yaptığın iş mi? Saçmalama!” diyordu.

O maçtan sonra yeni yeni sivrilmeye başlayan Tolga Özkalfa’yı ben bi kenara not ettim! Yanlış anlamayın; (elbette kulağı çektirildi ama) öyle; “Bi hata yapsın da, hanyayı Konya’yı gösterelim” düşüncesinde değildim.
Şahsi fikrim; Tolga Özkalfa kötü hakem değil... Ama çok iyi hakem de değil!
Futbolu biliyor. Pozisyon yorumlarında diğer hakemlerden daha iyi; ama asla bir Fırat Aydınus ya da Cüneyt Çakır olacak bir hakem değil.
Buna rağmen Galatasaray-Beşiktaş maçını “rahatlıkla” kaldırır.
Bu maça atanması, sadece bir kişi için sakıncalı! O da Fatih Terim… 
Hiçbir şey yapmasa da, “onu görmesi bile” Fatih Terim’in tüylerini “diken diken” edecektir!
Ama benim endişem sadece Fatih Terim değil...
Endişem; Tolga Özkalfa saha içinde değil ama; “saha dışında da” abuk-subuk işler yapmaya müsait bir hakem...
Hele ki kasten ve bir plan dahilinde “maçın önüne geçmeye kalkarsa” bunu çok rahatlıkla yapar! Çok zeki olduğundan değil; kelime olarak ağır kaçacak belki ama “dangalak ruhlu” olduğundan yapar!
Yazımın başına dönüyorum…
Siz Fatih Terim’e “küfürbaz” diyorsunuz ya!
Fatih Terim bu adama küfür ettiyse; emin olun Tolga Özkalfa da hak etmiştir! 
Emin olun; Fatih Terim ona küfür etsin diye “kaşınmıştır!”
Eğer bizim aramıza Cem Papila girmeseydi; emin olun benim küfür etmeme de “10 saniye” kalmıştı!
Sözün kısası; bu haftaki dev derbiyi, "bu ruh halindeki” bir hakem yönetecek!
Kulağınızın bir köşesinde tutarak izleyin.

21 Kasım 2014 Cuma

Bİ ADAMA 40 KERE "AYI" DERSEN NE OLUR?

Beyler bayanlar...
Farkında mısınız; bugünlerde sessiz sedasız bi şey oldu!
Galatasaraylı Semih Kaya; kendi taraftarından (yenilginin de öfkesiyle) "Keşke mangal kömüründen gözün kör olsaydı" diye bir tweet alınca sosyal medyadan çıkma karar aldı.
Bence de "çok iyi" yaptı!
Sosyal medya denen şey bi garip!
Eskiden ünlü bir isim sevenlerinin gözünden uzak olmak isterdi; hayranlarının ona "ulaşamamasını" isterdi. Ama twitter yüzünden bu kural allak bullak oldu.
Şimdi ünlü olmanın ilk koşulu, (nedereyse) "tweitter'da çok takipçi olmasına göre" ölçülür oldu.
Aslında iyi tarafları da var...
Ama hayranlarının sana kolay ulaşmasının sakıncaları da var!
Herkes seni sevse... Sevdiği için yazsa neyse...
Ama senden nefret eden...
Ve çok kolay ulaştığı twitter sayesinde sana öfke kusan da oluyor.
E sen de "etten kemikten" bir insansın.
Bi yerden sonra bunlar seni "olumsuz" etkiliyor.
Semih Kaya kafasını berraklaştırması açısından doğrusunu yapmıştır.
Bu işin bir tarafı...
Bu sayede ben lafı başka birine getireceğim; son yaptığıyla büyük olay olan Volkan'a...

Adım kadar emin olduğum şu gerçek var ki; açık kanaldan olmasına...
Milli takımın rakibi 'dünya devi' Brezilya olmasına...
Ve yapacak başka hiç bir önemli işim olmamasına rağmen o maçı 90 dk. aralıksız izlemedim.
Ara ara baktım; adeta radyo spikerlerinin yaptığı gibi "dakika ve skor" aldım.
Ancak o kadarlık kısa sürede bile Milli takım kalesindeki Volkan Demirel'in "ruh sağlığını" hiç iyi görmedim!
"Ciddi" desen; onunki ciddilik değil...
"Morali bozuk" desen; o da tek başına o hali ifade etmiyor!
Sanki Volkan'ın hayatla bağı kopmuş gibi!
Ne stattaki kalabalık, ne yaptığı iş, ne de giydiği forma; hiç birisi zerre umrunda değil!
Anlayacağınız...
Volkan Demirel'in morali Arena'da bozulmadı!
Onun ruh halinde zaten (Kadıköy'deki Brezilya maçında da) meymenet yoktu!
Hatta ve hatta;
Lig maçında Kadlec'ten yediği gole verdiği tepkiye (daha doğrusu tepkisizliğe) bakın...
Volkan bu alemde değil; o sanki "ruhlar aleminde!"
"Neden olabilir?" diye düşünüyorsun...
Bunun tek bir nedeni var!
Ya da en fazla iki...

Belindeki sakatlık onu futbol hayatının bitmesi eşiğine getirdi.
Maçta kafası sürekli belinde!
Sürekli; "Ya biri 'uçmayı gerektirecek' şut atarsa" diye korkuyor!
İkincisi...
Ve bence daha akla yatkını olanı şu:
Volkan Demirel sosyal medyayı çok aktif kullanıyor. Hatta öyle aktif kullanıyor ki; geçen akşam twitter'da fenerist diye bir hesabı "gizli bir şekilde" Volkan Demirel'in yönlendirdiği konuşuluyordu.
"Olabilir... Ne var bunda?" derseniz...
Şu var!

Sosyal medya içinde bulunduğunuz her an; taraftarların "çok yaratıcı" esprilerine muhatap oluyorsunuz. Alın işte; daha demin paylaştım. Trabzonlu taraftar diyor ki:
"Ula hemşerum... Küfürse bine beşbin katarak ettik. Para attık; çakı attık; yetmedi kale direği attık. Sen bu AYI'ya ne dedin de bu kadar alındı? Ne dedin de bu AYI tek sözünle sahadan kaçtı?"
Bunu da geçin...
Bu AYI esprisi; özellikle Snejder'in "bir sağa bir sola" attığı 2 golle kazanılan maçtan sonra "çok sık" yapıldı.
Ben Galatasaray taraftarının sosyal medyada bir futbolcuyla bu kadar dalga geçtiğini "ilk kez" gördüm!
Hatta işi öyle abarttılar ki; o arada oynanacak Şampiyonlar Ligi maçı bile (!) Galatasaraylının gündemine güç bela girdi.
Bu işin Galatasaraylı tarafı...
Ama Fenerli açısından bu durum o kadar sevimli değil...
Ne sevimlisi?
Hatta kahredici!
Emin olun Fenerlinin gördüğü her espriyi, her caps'i Volkan Demirel de görüyor; aynı yastığa baş koyduğu eşi de!
Yapılan espri hep aynı:
VOLKAN BİR AYI!
Hadi şimdi olaya Volkan Demirel ve eşi (sanıyorum adı Zeynep) gözünden bakın.
Sana bu kadar yoğun bir şekilde
"Ayı"
deseler ne olursun?
Eşine bu kadar yoğun bir şekilde
"Ayı"
deseler, sen bundan mutlu olur musun?
Volkan Demirel'e olan budur!
Volkan'ın "beli" sakattır...
Ama daha da önemlisi...
Bu ısrarlı "ayı" esprileriyle;
Volkan'ın "kafası da" sakatlanmıştır! (E.B.)

18 Kasım 2014 Salı

ARABA HIRSIZI "ŞEYTAN" RIDVAN!

Rıdvan Dilmen benim için çok özel bir adam. Çünkü benim gazeteciliğe başlamamla Rıdvan Dilmen’in (Tanju Çolak’la birlikte) Türkiye’nin en ünlü futbolcuları olması aynı günlere denk gelir.
Ben “büyük gazete” Hürriyet’te, onların biri Galatasaray’da, diğeri Fener’de!
Tam 5 yaştır Rıdvan Dilmen’le aramız... Ben 20 yaşımdayken o da 25’indeydi... Aradaki 5 yaşa rağmen asla tepeden bakmazdı bana; “abi” dememi beklemezdi ona!

Peki Rıdvan benim için neden “özel” bir adam?
Çünkü onunla birlikte hırsızlık yapmışlığımız bile var!
Evet… Yanlış duymadınız!
Türkiye’nin en ünlü futbolcusu Rıdvan’la birlikte ben “hırsızlık bile” yaptık!
Hem de hakim karşısına çıktık!
İsterseniz size de anlatayım…

O yıllar; Tanju’yla Rıdvan’ın yılları… Onlar Türk futbolunda milyar barajını ilk aşan futbolcular ki; o zamanlar milyar diye bir parayı telaffuz etmek bize hayal gibi geliyor. Gene de onların milyar alması için habire yazıyoruz!
İkisi basınla “top gibi” oynardı. İkisi de söz konusu para olunca “Şaytan gibi” olurdu ki; bu Rıdvan’ın lakabı zaten Şeytan’dı!
Tanju mu? “Asıl Şeytan” oydu! Ama o aynı zamanda “saf Anadolu çocuğunu” da oynayabiliyordu!
Ben Hürriyet’teyim o yıllar ve aslında Galatasaray muhabiriyim… Ne işim varsa o gün Fener idmanına gitmiştim. Tam idman bitimi gazeteye dönerken Rıdvan’a denk gelmiştim. Biraz hoşbeşten sonra “Sana sağlam bir haber vereyim mi?” dedi. Merak ettim; “Ver tabi! Habere hayır denir mi?” diye cevap verdim.
Konuyu bana tam açmıyor…
“Haber Muğla’da” diyor şeytani bir gülüşle!
“Ne işimiz var Muğla’da… Kafa yapma benle” deyince dilinin altındaki baklayı çıkardı.
Topçu milletinin işi ne olur?
Ya karı-kız;
Ya da araba muhabbeti!

O zamanlar Tanju Çolak muhteşem bir BMW almış; kıpkırmızı, FRT 55 plakalı; araç telefonları daha çok lüks o zaman.
Rıdvan ise araba kullanmayı pek sevmezdi. Yanında mutlaka bir arkadaşı olurdu ve o arkadaşını “şoför gibi” kullanırdı. Yanlış hatırlamıyorsam onun da siyah bir BMW’si vardı ve mevzu nerden açıldıysa bunlar “kapışmayı” tasarlamışlar; “kim kimi geçer”e ortaya büyük bir iddia koymuşlar!
Bunun planını da şöyle yapmışlar:
Tanju Samsun’lu ya… İstanbul’la Samsun arası 750 km civarıymış. Rıdvan da Muğlalı; onun da İstanbul’a uzaklığı 770 km. İkisinin de aracında telefon var; Tanju Rıdvan’a 20 km avans verecek. Aynı anda İstanbul’dan gaza basacaklar; Tanju Samsun’a, Rıdvan da Muğla’ya girdiği anda gene araç telefonlarından durumu bildirecek!
İddia bu…

Bu; işin Tanju ile Rıdvan arasındaki kısmı…
Hani demin Rıdvan bana “Manşet haber ister misin?” diye sormuştu ya…
Bakmayın salağa yatmama… Muğla’da yapacağımız haberi çok iyi biliyorum ve oraya gitmek için ben de can atıyorum!
İyi de…
Galatasaray muhabirisin; Fener’in yıldızıyla Muğla’ya gitmem lazım!
O zaman Hürriyet Spor’da Müdür Nezih Alkış; yardımcıları da Faik Gürses, Alaettin Metin ve Oğuz Tongsir… İstesem bu 4 isimden birine durumu açık açık anlatarak Rıdvan’la birlikte gidebilirim. Ama o zamanlar daha çömez muhabirim ya… Giderim de boş dönerim diye ödüm patlıyor! O yüzden ben başka bi yalan uydurdum ve gazetedekilere Trakya’daki memleketime gideceğimi söyledim.

Neyse… Bahanemi söylemiş; artık Rıdvan’la baş başa kalmıştık. Birlikte Kadıköy’den Ortaköy’e gittik. Onun evi Ulus civarında, takıldığı mekanlar da hep Ortaköy’ün oralar… Benim gibi okey delisi o da! Biraz okeye takıldık. “Takıldık” derken; onlar oynadı, ben yandan seyrettim. Çünkü onların bir el açmada aldıkları parayı o dönemler ben 1 aylık maaş olarak bile almıyorum!
Ortada dönen paraya “ağzım açık” bakıyorum!

Kahveden çıktıktan sonra Rıdvan bana hikayeyi tam olarak anlattı. Hem durumu anlatıyor; bi yandan da;
“Sürat yapan arabada gitmeyi sever misin? Korkuyorsan sen gelme istersen!” diye gaz veriyor!
“Korkmam!” dedim…
Ve ekledim:
“Ya iyi de… Senin direksiyonun iyi mi? Ben seni hiç araba kullanırken görmedim. İkimizi birden eşek cennetine göndermeyesin!” dedim.
Bana güldü:
“Muğla yolunda bir uçurumlar var; görsen daha aşağı bakarken ödün patlar! İkimizi birden jiletle kazırlar!”
Şaka yapıyor sanıyorum; değil!
Ben bu adamı hiç bu kadar ciddi görmemiştim.

Neyse…
Bu Rıdvan’ın Murat diye kankası var... Hemen hemen hiç ayrılmıyorlar!
Şimdinin ünlü şarkıcısı Gülşen var ya; bu Murat onunla sevgili! Magazin basını bile onların büyük aşkından bahsediyor.
Rıdvan’ın arabasını genelde Murat kullanıyor ya…
Murat’la Gülşen o gün takışmış; gönlünü alacağım diye Gülşen’in peşinden taaa Adapazarı’na gitmiş!
Normal şartlarda bu sorun değil... İstanbul’un bütün taksileri Rıdvan’ın…
Ama bu sefer durum farklı (ve nasılsa anormal bir şey beklemediğinden) Rıdvan Tanju’yla yarışacaklarını, ortada büyük bir iddia olduğunu Murat’a bile söylememiş!
Bunu öğrendiğimde beni ateş basmıştı. Şayet bu “Kralların kapışması”ndan Rıdvan’ın kankası Murat’ın bile haberi yoksa; Türkiye’de bu işi benden başka kimsenin bilemeyeceğini düşünüyordum.
Bütün basına aslan gibi bir haber atlatacaktım!
Murat’ın “Gülşen peşinde” Adapazarı’nda olduğunu duyduğunda Rıdvan’ın rengini görecektiniz. Simsiyah desem değil; mosmor desem; o da değil!
İçimden;
“Allah kahretsin be! Bomba gibi haber kaçıyor!” diye geçiriyordum. Ama Rıdvan oralı bile değildi. Ara ara yalandan “Vazgeçelim istersen!” diyorum ama… Kısa ve net; “Mümkün değil” diyor!
“Biz böyle bir günü kaç aydır denk getirmeye çalışıyoruz. Yarın Galatasaray’ın da idmanı yok; bizim de... Bugün basıp gideceğiz; yarın akşam da inşallah şu gördüğün yatağımda uyuyacağım!” diye ekliyor.
Ekliyor da…
Rıdvan’ın o sırada Tanju’yla kapışacağı bir arabası bile yok!

Ulus’taki evinde odayı öfkeyle turluyordu!
Ne yapabileceğini, arabayı kimden bulabileceğini düşünüyordu.
Ev telefonundan birkaç kişiyi aradı. Araba vardı ama…
O buldukları Tanju’nun kıpkırmızı BMW’si ile yarışacak çapta değildi.
Tam bizim iş yatacak diye düşünürken:
“Buldum!” diye zıpladı…
“Alt kattaki komşunun benimki gibi bir arabası var. Onu isteyelim.”
Hemen bir alt katıydı zaten...
Aşağı indik; orta yaşlı bir kadın çıktı kapıya...
Yalan olmasın; Ali mi dedi; Selami mi dedi neyse artık; kadın “Yeni çıktı. 2-3 saate döner” dedi.
Bu cevap onu delirtti ama öfkesini saklamaya çalışıyordu. Çünkü Tanju ile sözleştikleri saate birkaç saat kalmıştı. Tanju zaten ara ara arıyor:
“Rıdoooo… Evladım hazırsın di mi? Kral Tanju’dan korkmuyorsun di mi?” diye ona gaz veriyordu!
Yeniden Rıdvan’ın dairesine çıkacakken baktık ki kadın bahçeye iniyor! Hem bahçeye iniyor; hem de kapıyı yarım aralık bırakmış. Rüzgardan kapı kapanmasın diye araya da bir terlik koymuş!
Rıdvan’ı ilk kez o gün öyle şeytani bir bakış içinde görmüştüm. Vallahi de billahi de aklından geçeni tahmin edemiyordum!
Öğrenince “Yuh” dedim tabi…
“Pes” dedim…
Kadın aşağıya indiğinde içerden arabanın anahtarını çalacakmışız!
“Ya Rıdoooo… Saçmalama! Komşun da olsa bu yaptığımız hem hırsızlık; hem de haneye tecavüz… Çıramızı yakaralar bizim” diyorum.
Umarsız bir şekilde;
“Korkma lann.. Fenerbahçeli Rıdvan’ın araba hırsızlığı yapacağına kim inanır?” dedi.
Ben daha cevap vermeden:
“Sen kadını gözetle… Ben anahtarı alınca ok gibi fırlıyoruz tamam mı?” diye bağırdı bana…
Dilimden bir şey çıkmaya çalıştı; ama çıkamadı!
Mecburen bir hırsızın erketesi olmuştum!
Yaptığım hırsızlık değildi ama…
Ona yardımcı oluyordum işte!
Yakalansak kime dert anlatabilirdik?
O sırada apartman asansörü çalışıyor; kat otomatiği yanıyor, ben her kımıldanmaya “Eyvah ev sahibi kadın geliyor” diye telaşlanıyordum!
Kalbim öyle hızlı atıyordu ki; o an kattan başka biri bile geçse, benim paniklememden garip bir şey olduğunu anlayabilirdi.

Allah’a şükür ki Rıdvan evden çabuk çıktı. Pantolonunun cebine attığı anahtarı bana “Burada” dercesine gülüyordu. Hızlı adımlarla apartmandan çıktık. Otoparka inerek arabayı bulduk. Rıdvan komşusunun arabasına kendi arabası rahatlığında bindi ve 2 dakika içinde Ulus’tan uzaklaştık!
Yolda Tanju’yla araç telefonlarından konuştular. Çıkış saatlerine fazla kalmamıştı. Ama trafiğe kalmamak için ikisi de bir an önce “startta” olmaya can atıyordu.
Yarım saat kadar sonra “olay yerinde” buluştuk. Rıdvan’ın arabasından çıktığım gören Tanju renkten renge girdi:
“Ne bu oğlum? Yanında yedek şoför mü getiriyorsun?” dedi.
“Şoför” deyince beni bir gülmek aldı…
Çünkü ehliyetim yoktu!
O güne kadar bir arabanın freni, gazı, debriyajı neresi bilmezdim. Bu kadar acemilik içinde son model spor arabayı mı kullanacaktım? Hani dokunduğunda uçan bir spor arabayı!
Yemin billah ettik;
“Kuran çarpsın şoförlüğüm yok!” dedim.
Tanju Çolak sahiden doğru söylediğime kanaat getirmişti.

Birazdan yarış başladı.
Tanju söz verdiği gibi (!) Rıdvan’a 20 kilometre avans verdi. Biz 20 kilometre ileriye gidince telefonundan aradık. “Hadi yarış başladı… Samsun’a gelince haber et!” dedi.
Rıdvan’ı hemen hemen ilk kez o gün araba kullanırken görüyordum. Araba çok hızlı gitmiyor gibi geliyordu ama…Kadrana bakıyordum; 200 kilometre falan diyordu!
“Daha rahat gideyim” ayaklarıyla camın az üstündeki tutacağa tutundum. Virajlara girerken ben de onunla sanki sanal bir frene basıyordum. O benim bu hallerimle;
“Frene basma gasteciiii. Tanju ibnesi uçmuştur şimdi!” diye alay ediyordu!

Epey yol gitmiştik. İzmit’ten çıkmış Bursa yönüne dönmek üzereydik. O sırada paaat diye polis çevirmesine denk gelmeyelim mi?
Al başına belayı!
Rıdvan da en az benim kadar paniklemişti; çünkü arabanın ruhsatı arabada mıydı; evde miydi; bilmiyordu!
Evden araba anahtarı çalmayı biliyorduk ama…
O arabayı ruhsatıyla beraber çalmayı akıl edecek kadar işimizde uzman değildik!
Laf çok uzamadı zaten…
Radara girmişiz; polisler zaten bizi bekliyormuş!
O andan itibaren Rıdvan’ın hallerini göreceksiniz…
“Memur bey ben Fenerbahçeli Rıdvan’ım” diyor ama…
Ruhsatı olmayan bir arabayla “uçuşa” geçmişiz!
Daha da kötüsü;
Sadece hızımız değilmiş bize çevirmelerine neden olan...
Evdeki kadın hem kocasına, hem emniyete haber vermiş!
Yani o anda Rıdvan’la ben “çalıntı bir arabada” yakalanmışız!
Aldık mı başımıza belayı?
Hürriyet muhabiri bir gazeteci ve Fenerbahçeli Milli bir futbolcu araba çalar mı?
Çalıyormuş!

(Gene) neyse…
Biliyorum muhabbet çok uzadı; artık olayın nereye bağlanacağını merak ediyorsunuz.
O günün hemen hemen tamamını emniyette geçirdik ve kimseye telefon açmamıza izin vermediler.
Hadi beni kim tanır da…
Koskoca Fenerli futbolcuya bu muamele yapılır mı?
“Derdinizi hakime anlatırsınız” dediler ve akşam mesai saatine yakın bir hakim karşısına çıkardılar!
Biz yolda giderken “Allah vere de futbolu seven, futbolcuyu tanıyan birine denk gelsek” diye dua ediyoruz.
Ama ne gezer!
Öyle bir hakime denk geldik ki; değil Rıdvan’ı ve beni; “burnunun ucunu” göremiyor!
Futbolla gram ilgilenmediği de ortada…
Hakimin karşısında ezilip büzülüyorduk…
Ne diyeceğimizi bilemiyorduk!
Hakim bizi getiren polislere “Ne yapmış bunlar?” diye sordu.
“Araba çalmışlar hakim bey! Ayrıca aşırı sürat de yapıyorlardı” deyince yaşlı hakim elleriyle şöyle “Lanet olsun” dercesine bize bir hareket çekti!
“Anlatın bakalım... Arabayı nerden ve kimden çaldınız?” dedi.
“Çalmadık” diyemiyoruz…
Ama;
“Galatasaraylı Tanju’yla araba yarışı yapıyoruz. O şu anda sayenizde Samsun’a vardı” da diyemiyoruz!

Sonunda arabayı komşudan nasıl çaldığımızı anlattık.
Rıdvan Dilmen’e;
“Hırsız sensin yani” dedi…
Bana da;
“Sen de gözcülük yaptın!”
Yav herif bizi harbi harbi profesyonel hırsız yapmıştı!
Az sonra da kesin olarak içeri atacaktı.
Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş ya; o sırada Allah yüzümüze baktı ve içeriye bir mübaşir girdi.
Rıdvan’ı görür görmez;
“Abimmm… Senin burda ne işin var?” dedi.

Neyse ki sonunda iş ortaya çıkmıştı.
Hakime de durumu anlattılar;
“Ah be gençlik… Deli gençlik” diye söylenerek devam etti;
“Bu arkadaş olmasaydı yarım saat sonra demir parmaklıklar arkasındaydınız. Ben sizi affettim; ceza vermeyeceğim. Kendi cezanızı kendiniz belirleyin” dedi.
Gözleri sevinçle parladı Rıdvan’ın…
Az önce “hırsız” ve “erkete” idik…
Şimdi “hakim koltuğuna oturmuş gibi” kendi cezamızı verecektik!
“Bu gördüğünüz arkadaş Hürriyet Gazetesi muhabiri hakim bey... İyi çocuktur... O yüzden onu da serbest bırakın; beni de… Çünkü bu araba benim komşumun... Durumu anlatınca bana anlayış gösterecektir... Çünkü o da deli Fenerli!” dedi.

Duydunuz di mi?
Şimdi Rıdvan’la “harbi harbi” araba hırsızlığı yaptığıma…
Birlikte hem karakollara, hem de mahkemelere düştüğümüze…
O da yetmiyormuş gibi;
Demir parmaklıklardan Rıdvan’ın “tanınmış kişi” olması sayesinde kurtulduğumuza inandınız di mi?
İnanmadınız!
“Yeme lan bizi? Kimi kandırıyorsun sen?” diyorsunuz.
Ya da öyle demiyorsunuz!
Buraya kadar anlattıklarımı “harbi harbi” yediniz!
Hikayenin sonu nasıl bitecek diye merakla beklediniz!
Taaa ki hakim “hırsızlık” yapmış Rıdvan’a:
“Sana gözcülük yapan arkadaşının cezasını sen ver” dediğinde işe uyandınız!
“Bu adam yalan söylüyor” dediniz!

E bana inanmıyorsunuz da…
Bu ülkede, gerçek hayatta, “bunların aynısı” oldu!
Şikecinin birini kurtarmak için…
Başka bir şikeciyi TFF’nin başına koydular ve:
“Hadi birbirinizi aklayın!” dediler.
O zaman o hikayeye inanasınız gelmişti!
Onlar olunca yiyorsunuz da…
Ben “kıçımdan uydurunca mı”  inanmıyorsunuz?

Peki bu hikayeyi neden anlattım…
Dünkü milli maçta Volkan Demirel “kendisine küfür ediliyor diye” stadı terk etti ya…
Bu 3 Temmuz şike sürecinde RTE’nin akıl hocalığını yapan “gizli spor bakanı” Rıdvan Dilmen Ntv’de “Bu işin çivisi çıktı” demiş!
Ba ba ba…
İşin çivisi çıkmış!
Peki kim çıkarmış işin çivisini?
Ben mi…
Yoksa “Rıdvan ve ekürileri” mi?

Evet; bu hikayeyi “kıçımdan” uydurdum!
Benim oramdan uydurduğum hikaye bu ülkede “aynen” yaşandı:
Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe’si ile Yıldırım Demirören’in Beşiktaş’ı şike yaptı!
Yani bizim Rıdvan’ın araba çalması, benim de ona erketelik yapmam gibi…
O hakim bizi;
“Sen çalmışsın… Sen de gözcülük yapmışsın” diye serbest bırakmazdı.
Benim anlattığım gibi; “Ah gençlik, deli gençlik! O zaman birbirinize cezayı da kendiniz verin, beni yormayın” demezdi.
Ama Rıdvan ve ekürileri ne yaptı?
“Hırsız” ile “erkete”yi hakim karşısına çıkardılar…
Ama hakimi devre dışı bırakarak;
Erketeyi hakim koltuğuna oturttular!
Sonra da;
“Haydi; şimdi hırsız arkadaşına cezayı sen kes!” dediler.
İşte o gün bugündür Türk insanı en sevdiği oyun olan futboldan “buz gibi” soğudu!
Onlara neden olan Rıdvan efendi de:
“Bu işin çivisi çıkmış” diye “uzman uzman” ahkam kesiyor!
Benim de en çok bu zoruma gidiyor!
Bu işleri buralara getirenler…
Hiç suçları yokmuş gibi “çalıların arasından sekerek uzaklaşıyor!”

Haa Tanju’yu hikayenin “start” kısmında bırakmıştık.
Haliyle “Ona ne oldu?” diyorsunuz!
O Avrupa Gol Kralı oldu; Türkiye rekorları kırdı!
Ama dedik ya; o da “başka bi Şeytan”dı…
Tanju o gün yolu şaşırmış…
Samsun’a gidiyorum sanırken yolunu Siirt’e bulmuş!
Hani bu “dolandırıcı” Jet Fadıl var ya; Türkleri 2 senede bir “çok sağlam tokatlayan” Jet Fadıl…
Tanju da onunla “ortak” olmuş!
 Bi ara yanlarına Sergen Yalçın’ı; Oktay Derelioğlu’nu da almışlar; tam “Anonim Şirket” olmuşlar!
O yüzden size şimdilik bu hikaye yeter!
Nasılsa Türk futbolunda “sahtekarlık hikayeleri” bitmez!
Bi dahaki yazıda da…
Diğerlerini yazarız!