11 Aralık 2014 Perşembe

HAGİ İLE KEMALETTİN ARASINDA O KADAR FARK OLMASIN MI?



İnsanın yaşadığını “rakamlarla konuşması” güzelmiş!
Tarihe kendilerini “Şerefli ikinci”, bileğini bükemediklerini de “Şerefsiz Şampiyon” yazan Beşiktaşlı biraderlerimizle sıkça tartıştık.
“Yapmayın… Ayıp ediyorsunuz!” dedik.
Galatasaray’ın onların elinden aldığı şampiyonluk sayısı çok ya!
(Sesi çok çıksın diye kendisine megafon olan Fenerbahçelilerle) aklına geldikçe bağırır Beşiktaşlı biraderim.
Dedim ya; o günleri “içinde” yaşadım.
Kahramanlarının ettiği “tarihi sözleri” kendi ağzından duydum!
Beşiktaşlı; (Galatasaray’ın namağlup ikinci, kendisinin şampiyon olduğu sene) Trabzon gibi dünya zoru bir deplasmanda Trabzonspor’u yenerek şampiyon olduğunu söylemez mesela…
Öyle ya…
Yendiyse, şampiyon olup gemiyi limana yanaştırdıysa kendindendir.
Ama olamadıysa…
Cinlerden!

8-0’lık Ankaragücü maçını hiç unutmaz mesela Beşiktaşlı.
Çıktık Beşiktaşlının karşısına;
“O maçı bi anlığına unut… O sene şampiyon olmayı Galatasaray’dan daha çok hak ettiğini bana RAKAMLARLA ispat etsene” dedik.
“Gık” diyemedi, “gık” diyemez!
Ben derim ama…
Çünkü o günkü Galatasaray Teknik Direktörü Feldkamp’ın ağzından şu sözleri duyduğumu bilirim:
“Beşiktaşlılar ağlıyor. Şampiyonluğu bizim hak etmediğimizi söylüyor. Biz hak etmedik de onlar mı hak etmiş?”
Alman hoca hemen “doğru soru”yu soruyor:
“Bu sene Galatasaray Beşiktaş kaç defa karşılaştı. Lig, kupa derken tam 5 defa! Kaç kere yendin Galatasaray’ı? Sıfır!”
Doğrudur…
Oynanan 5 maçın 3’ünü Galatasaray kazanmış, 2’si berabere bitmiş. (Averaj sisteminde bu yola gitmek böyle böyle vuku buldu. En kolay yol, 2 takım arasındaki maçlara bakmaktır. Kim iyi ise, kupayı zaten o hak etmiştir!)

Doğru… 8-0 çok görülen bir skor değil…
Ama Galatasaray’ın o gün 8 tane atmaya ihtiyacı var mıydı? Hayır!
Bazı durumlarda 2 gol, bazı durumlarda da 3 gollük bir “averaj artısı” vardı zaten Galatasaray’ın…
Aynı anda başlayan Beşiktaş-Gençlerbirliği maçında ilk dakikalarda 1 gol yedin mi? E bir de Galatasaray’ın maçı 1-0 yaptığını düşünün. Beşiktaş’ın yükünün bi ton olduğunu söylemeye gerek var mı?
Yani bilenler biliyor; aslında o günkü şampiyonluk kavgası Beşiktaş 0-1, Galatasaray 1-0 olduğunda zaten bitmişti!
İşi bozan Galatasaray’ın 8 tane atması!
Beşiktaşlının ağzına malzemeyi veren Galatasaray’ın gole doymamış olması! Tabi “kankası” ve “megafonu” Fenerlinin de!

Bu konuda Beşiktaşlı Zalad’ı çok kolay suçlar mesela… Ama o gün “sattı” dedikleri Zalad da bi dünya gol yemiş; “satmadı” dedikleri Arif de!
Ama sor Beşiktaşlıya…
Ona göre tüm golleri Zalad yemiştir!

Size başka bir veri…
İşte onu duyunca (o seneki Ankaragücü’nün) nasıl bir takım olduğunu daha iyi anlıyorsunuz!
Galatasaray bu takımı ilk yarıda 3-0 yenmiş; ikinci yarıda da 8-0…
Toplam ne olmuş?
11-0
Peki Beşiktaş’ın Ankaragücü maçları nasıl sonuçlanmış?
Biri 6-0, diğeri 4-0…
Toplamda ne olmuş?
10-0
Sen 2 maçta 10 atınca normal…
Galatasaray senden 1 fazla atınca “şike!”

Aslında Beşiktaşlının ayağına neyin ne olduğunu öğrenecek çok da güzel bir fırsat gelmişti!
O şampiyonlukta Galatasaray’ın hocası olan Feldkamp; bu sefer de Beşiktaş’ın başına geçmişti. Tam da Beşiktaş tv’nin kurulduğu günlerdi. Ota-boka her şeye belgesel yapmak aklınıza geliyordu da…
O şampiyonluğun perde arkasını “yaşayanından” dinlemeyi neden düşünmediniz?
Kimbilir; belki düşündünüz de, Feldkamp size duymak istediklerinizi söylemeyeceğini ifade etti. (Önceden de söylediği gibi) Galatasaray’ın şampiyonluğu “hak ederek” kazandığını yineleyecekti.
Soramamak da; sormayı akıl edememek de “aynı kapıya” çıkar.
Çünkü davanda haksız olduğunu biliyorsun!

Neyse…
Konumuz bu değil zaten!
Evelallah Neuchatel maçıyla birlikte Türk futbolunun öyle günlerine tanık olduk ki; içinde Avrupa’dan alınmış UEFA’lar, Süper Kupalar olduğu gibi, Dünya 3.'lüğü de var şahit olduklarımız arasında.
Geçenlerde çok sevdiğim (Fanatik Fenerli) bi abimle laflıyoruz. Laflıyoruz derken; buradan yazışıyoruz.
Laf döndü dolaştı Haluk Ulusoy’un TFF Başkanı olduğu günlere geldi. Nasıl ki Beşiktaşlının da böyle “batıl” inançları vardır; Fenerli de ondan aşağı değildir!
Hatta Fenerliler bu konuda Beşiktalıdan daha beterdir!

Fenerlinin “en ağır depresyonu” Haluk Ulusoy’un TFF Başkanı olduğu yıllara dayanır!
Aslında onları depresyona sokan Haluk Ulusoy değildir;
Galatasaray tarihinin en başarılı günlerinde Haluk Ulusoy’un TFF Başkanı olarak denk gelmesidir!
Önüne arkasına bakmaz; rakamlara bakmaz, Fenerli o başarılı Galatasaray günleri için devrin TFF Başkanını suçlamak kolaycılığına kaçar.
Hele bir de (o dönemin Başbakanlık yapmış siyasetçilerinden) Mesut Yılmaz’ı ve Mehmet Ağar’ı da işin içine soslandırınca; Fenerli için:
“Hııı.. Demek ki bunlar bu yüzden şampiyonluklara ambargo koymuşlar!” denecek hikaye kendiliğinden ortaya çıkmış!

Az sabredin; (ben kendim birebir yaşadığım o günlere) “rakamlarla” giriyorum.
Girince Fenerbahçelinin haklı mı haksız mı olduğu “kendiliğinden” ortaya çıkacak!

Okuyanın en küçük bir şüphesi olmasın diye nerden alıntı yaptığımı da yazacağım. Bu yazıyı hatasız yazmak için tff.org’un şu linkinden yardım aldım:
Bir de şurdan…

Konuya giriyorum…
Galatasaray’ın tarihteki en başarılı yılları 1996-2000 arası yıllar... Bu 4 sene içinde hem “4 sene üst üste” şampiyonluk var; hem de UEFA ve Süper Kupa
Fatih Terim’le birlikte (1) 1996-97, (2) 1997-98, (3) 1998-99, (4) 1999-00 şampiyonlukları hep Galatasaray’ın olmuştur.
Peki o başarıları Haluk Ulusoy’a, Mehmet Ağar’a ve Mesut Yılmaz’a bağlayan Fenerli tezinde haklı mı?

Haluk Ulusoy’un TFF Başkanı olduğu yıllara bakalım mı?
Bakalım!
Ne zaman başkan olmuş Haluk Ulusoy?
04.11. 1997 senesinde!
Haluk Ulusoy (o güne kadar Abdullah Kığılı’nın oturduğu TFF başkanlık koltuğuna) ATANMIŞ!
(Fenerli) Abdullah Kiğılı’dan az önce de (Galatasaraylı) Özkan Olcay varmış. Demek ki o dönem, Şenes Erzik’in gidişinden kaynaklanan bir “kaos dönemi” imiş!

Neyse…
Haluk Ulusoy 04.11.1997’de TFF başkanlığına atanmış ise; bunun anlamı şudur:
Haluk Ulusoy’un Galatasaray’ın (1) olarak nitelediğimiz 1996-97 senesi şampiyonluğunda (Fenerlinin iddia ettiği tarzda) en küçük bir dahli yoktur…
Olamaz da!

Peki ne zaman gelmiş Haluk Ulusoy TFF’nin başına?
1997’nin tam da bu aylarında!
Yani 1997-98 sezonu DEVAM EDERKEN!
Aşağı yukarı “ligin ortası” olmuşken!
Haluk Ulusoy 1997’nin (04.11.1997- 21.12.1997) 2 aya yakın zamanında “atanmış olarak” TFF Başkanı iken; 22.12.1997’de yapılan “seçimi” kazanarak 06.06.2000’e kadar sürecek BİRİNCİ DÖNEMİNE başlamış.
Yani Galatasaray’ın 2. şampiyonluğu elde edeceği 1997-98 sezonu devam ederken Haluk Ulusoy’un kıçı henüz koltuğu bile ısıtamamış!
Demin bahsettiğim sevgili abime;
“Yahu abi… Ben BUGÜN  TFF Başkanı olayım... Federasyon Başkanlığı binasından evime tek vesayitte nasıl giderim; bunu öğrenene kadar zaten lig biter! Öyle ya… Aziz Yıldırım’ın başkanlıkta ACEMİ olduğunu saydığınız yılları varsa; bu Haluk Ulusoy’un da vardır! Bu adam TFF Başkanlığını anasının karnında öğrenmedi ya!” dedim…
Ve hemen ekledim:
“Hadi sizin paşa gönlünüz olsun. (2) olarak nitelediğimiz 1997-98 Galatasaray şampiyonluğunu ‘Haluk Ulusoy’un bir lütfu’ olarak kabul edelim!”

(3) ve (4) olarak nitelediğimiz 1988-89 ve 1999-2000 sezonunda Galatasaray şampiyon olurken TFF Başkanı “dolu dolu” Haluk Ulusoy’muş!
Gene Fenerli biraderimizin gönlü olsun diye;
“Bu şampiyonlukları gönül rahatlığıyla ‘Haluk Ulusoy’un kıyağı olarak’ Galatasaray hanesine yazabilirsiniz!” diyoruz.
Ama şunu da ekliyoruz:
Galatasaray’ın Hagi’li, Taffarel’li, Popescu’lu kadrosu! Galatasaray’ın “diğer rakiplerinden çok fazla” olduğunu söylemeye gerek var mı?
Galatasaray’ın lideri Hagi…
Fener’inki ise Kemalettin’ler, Lazetiç’ler!
Galatasaray ve Fenerbahçe arasında güç dengesi öyle bozulmuş ki; (dileyen gazete arşivlerinden de görebilir,) Galatasaray için Fener’in karşısına çıkarken “basket maçına döner” diyenler var!
Hoş; o havada çıktığı maçlarda bile Fener’in (Johnson’un bal ürünü golüyle) maç kazanmışlığı var ama; konumuz bu da değil!

Demeye çalıştığım; iki takım arasında güç dengesi bu derece bozulmuşken (kadro olarak çok üstün olan Galatasaray’ın) şampiyon olması neden sürpriz olsun!
Neden kendi gücünden değil de; "Haluk Ulusoy’un fırıldak çevirme yeteneğinden" olsun?
Kesmedi mi?
Peki devam ediyoruz!

Yahu arkadaş…
Galatasaray’ın bu kadrosuna İngilizler, Almanlar, İtalyanlar ve İspanyollar bile laf edememiş ki; Türkiye Ligi’nin Karabükspor’u, Fenerbahçe’si edebilsin!
Yani Galatasaray’ın ne Mesut Yılmaz’a, ne Mehmet Ağar’a ne de Haluk Ulusoy’a ihtiyacı yok ama…
Hadi bu “3 şampiyonluğu da” (2 buçuk mu demeliydim yoksa!) Haluk Ulusoy’un hanesine yazalım.
1996-2000 efsane yılları bitti.

Geldik mi 2000-01 sezonuna…
Galatasaraylı şampiyonluğa doymuş!
Daha da önemlisi Galatasaraylı artık “Avrupa patentli” 2 kupayla tanışmış!
O Galatasaray’ı… O Galatasaraylıyı bi dahaki sene senin Türkiye’deki “teneke” kupaların keser mi?
Tabi bu arada efsane başkan Faruk Süren;
“Benden bu kadar! Maçası yiyen benim yaptığımı yapar!” diyerek başkanlıktan ayrılmış; (ya da ayrılmaya zorlanmış!)
Fatih Terim’i İtalyanlar Fiorentina’ya kapmış!

Galatasaraylı şampiyonluğa doymuş ve bıkmış ama…
Onca para vererek takıma golcü Jardel alınmış!
Tabi parasını gıdım gıdım alan; (daha doğrusu alamayan) yerli topçu isyanda!
Bugünlerde (o günleri futbolcu olarak yaşamış birinden öyle hikayeler dinliyorum ki;) geçenlerde çok iyi bir Galatasaray taraftarına “Benim bugünlerde duyduklarımı bilmiş olsaydın o günlerde stadın önünden geçmezmişsin! Çünkü o sene Galatasaray’ın o bıkmış ve doymuş halinin şampiyon olma ihtimali dahi yokmuş!” dedim.
Ne demek istediğimi anlayabildi mi; bilmem!
Galatasaray’ın bütün futbolcularına yurt dışından teklif geliyor ve sen Galatasaray’da para alamıyorsun... Sen alamıyorsun ama; Jardel aldıkça sinirlerin tavan yapmakta! Garibim Lucescu bi dünya sorunla boğuşmakta!

Peki Fener nasıl o yıllarda?
Galatasaray 4 sene üst üste şampiyon olmuş ya…
Hoca olarak Mustafa Denizli’ye kement atmışlar!
Daha net hatırlamak isteyene “Cihan Oskay’lı sene” diyeyim; onlar daha iyi anlar!:)
Galatasaray’ın başkanı (!) şampiyonluktan bıkmış;
“Yahu nasılsa ŞL’ne gidiyoruz. Bi kere de 2. olsak dünyanın sonu mu?” diyor. Galatasaray’a başkan olmaya çalışan bir diğeri (!) “Yahu versene parayı! 5’te 5 yapsak kötü mü olur?” diye bastırmakta!
Neyse…
Sonuçta “daha iyi çalışan” (!) Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe'si şampiyon oluyor!
Aslında Aziz Yıldırım’ın hocalarına “Takımı sen mi şampiyon yaptın; yoksa ben mi?” deme hikayeleri “tam da bu sene” başlar!
Hatırlayan olacaktır; 3 Temmuz sürecinde fikri sorulan Mustafa Denizli’nin (Azerbeycan-ya da İran’dan) “Kişilerle kurumları ayıralım. Kişilerin yaptıklarını kurumlara yüklemeyelim” demesi bu yüzdendir! Çünkü Mustafa Denizli kimin ne yaptığını, ne yapmaya müsait olduğunu çok iyi biliyordu!
Yani "o malum fikir" (!) aslında ilk Mustafa Denizli’nin fikridir.
Sonra RTE sahiplendi; o ayrı!

Bi taraftan iyi hoca Mustafa Denizli, diğer taraftan da Galatasaray’ın çocuğu Bülent Ünder (Samsunspor hocası olarak) Galatasaray’ın 5 puanına kan doğrayınca o senenin şampiyonu Fenerbahçe oldu.
Böylece Galatasaray’ın 5’te 5’i kesildi!
Çok sevdiğim (rahmetli) gazeteci abim Kazım Kanat’ın “Galatasaray durdurulmalı” şeklindeki “vasiyet gibi” istediği de o sezon yerine getirilmiş oldu!

Haluk Ulusoy döneminde Galatasaray ile Fenerbahçe arasındaki şampiyonluk sayıları 2 buçuk’a 1 oldu mu?
Hadi len, sizin dediğiniz olsun, Galatasaray 3, Fenerbahçe 1 olsun!:)

2002-03 sezonunu başlamıştı. Bir önceki seneden ders alan Lucescu; özellikle Sergen ve Ümit Karan’ın “etinden, sütünden ve derisinden yani her şeyinden” maksimum fayda alarak; (ve tabi ki Abdurrahim Albayrak’ı da işin içine katarak) “Türk futbolunun İLK YÜZBAŞI’sı” oldu!
Artık Galatasaray’ın formasında 3 yıldız olmuştu.
Bu en çok Fenerbahçeliyi kıskandırıyordu!

Dönem hala Haluk Ulusoy dönemi ve skor 3 buçuk’a 1 oldu…
Yani Galatasaray 3 buçuk, Fenerbahçe 1.
Hadi len; gene senin dediğin olsun;
Galatasaray 4… Fenerbahçe 1 olsun!

2002-03 sezonu da çok enteresan...
Galatasaray olarak biz çok büyük salaklıklar yapıyoruz!
En büyük hata; (takımı geçen sene onca yokluğa rağmen) şampiyon yapmış Lucescu’yu kovmuşuz!
Bahanemiz de çok komik…
Özhan Canaydın başkan seçilmiş ya; o dönemlerde genç Galatasaraylılar arasında bi “beyin fırtınası” yapmış, Galatasaraylılar için “gönüllerin hocasını” getirmiş; yani Sinyor Terim’i!
Beşiktaş’ın da çok işine geliyor bu!
Lucescu Galatasaray’dan kovulmanın da etkisiyle Beşiktaş'ta “aslan gibi” bir takım kuruyor. Yönetim para musluğunu açıyor. Çünkü Başkan Serdar Bilgili Beşiktaş tarihine “100. yıl şampiyonluğunu kazandıran başkan olarak” geçmek istiyor!
En az Metin-Ali-Feyyazlı takım kadar iyi bir kadroydu. Zago’lu, Gunti’li, Cordoba’lı ve en önemlisi Nouma ve İlhan Mansız’lı muhteşem bir takımdı. O İlhan ve Nouma gibi 2 golcüyü bugün bul; bütün kasayı onlara boşaltırsın…
Ama aramana gerek yok; zaten bulamazsın!

“O Haluk Ulusoy’lu seneyi” de Beşiktaş aldı mı?
Oldu sana 4 Galatasaray, 1 Fener, 1 Beşiktaş…

Geldik 2003-04’e…
Aziz Yıldırım gene tutuşmuş vaziyette!
Çünkü herkes en büyük rakip Galatasaray’ın UEFA Kupası’ndan, Süper Kupası’ndan bahsediyor! O bela yetmiyormuş gibi; hem “ilk yüzbaşı” Galatasaray benzetmesi var; hem de bu sefer Galatasaray’ın 100. yılı yaklaşmakta!
Çünkü 100. yıllarında her takım şampiyonluğu “daha çok” istiyor!
Denize düşen nereye sarılır; yılana!
Aziz Yıldırım kime sarılmış; kokainden Alman mahkemelerine düşen Daum’a!
Zaten o iş olmasa Daum Alman Milli Takımı’na hoca olacak, Fener’e gelmesi de hayal!
Bi hafta Almanya’ya mahkemeye, bi hafta Türkiye’de deplasmana, diğer hafta da Saracoğlu’na çıkan Daum; “sinirleri 100. yıl şampiyonluğu sayesinde yatışmış” Beşiktaş’ın…
Ve “şeyi şeyine denk” Galatasaray’ın önünde “daha ilk geldiği sene” şampiyonlukla tanışıyor!

Haluk Ulusoy’lu yıllarda oldu mu Galatasaray 4, Fenerbahçe 2, Beşiktaş 1…
E bir sene sonra bu sefer de Galatasaray’ın 100. yılı!
Beşiktaş olmuş ya; Galatasaray da olacağını zannediyor.
Daha doğrusu hayal ediyor!
Ediyor ama…
Başkan Özhan Canaydın!
Parasızlık almış başını yürümüş. Ali Sami Yen’e bi 100. yıl meşalesi konmuş; Fenerli “Bi dahaki maça da mangal kömürü yakarsınız artık!” diye alay ediyor.
O sene; o ara, bişeyler olmuş…
Siyaset tayfası Haluk Ulusoy’u istemediğinden olsa gerek, Haluk Ulusoy koltuğundan edilmeye çalışılıyor. (AKP’nin bitinin iyice kanlandığı, her köşeye kendi adamını koymaya başladığı yıllar...)
Tarihlerden çıkardığım kadarıyla 2004-05 sezonuna Haluk Ulusoy başlamış…
Ancak  22 Temmuz 2004 günü yapılan seçimle Levent Bıçakçı "yeni TFF Başkanı" olmuş! (Hani şu bizim Habertürk’teki abimiz Faik Çetiner’in (ismini vermeden) UEFA kaynaklı “müjdeli haberlerini verdiği” Levent Bıçakçı!)
Tamam ya; bişey demek istemiyorum!
Laf sokmaya, bişey ima etmeye uğraşmıyorum!:)

Levent Bıçakçı da aslında “Özhan Canaydın tarzı” bir insandır.
Ama Galatasaray’ın kesin şampiyonluk istediği 100. yılında Haluk Ulusoy’un görevden alınıp; yerine (bugün de Fener’e müjde vermeye çok meraklı olduğunu gördüğümüz) Levent Bıçakçı’nın getirilmesi siyasetin oyunu mudur, Fenerbahçe’nin mi, benim o tür şeytanlıklara kafam pek ermez!
Ben o yıllarda futbolun sahada oynandığını düşünenlerdendim!
Daha doğrusu; şahit olduğum tüm şampiyonluklarda (kadrosu daha iyi olanın-ligi daha iyi forse edenin ve tabi ki şansı da yaver gidenin) şampiyon olduğuna inanırdım!
O değişimin yaşandığı sene Fenerbahçe Levent Bıçakçı TFF’si ile şampiyon olmuş!
Hani şimdiye kadar “buçuklu” bir şampiyonluk yazdık ya Galatasaray’a…
Artık hangi taraftansanız, dileyen 3 buçuk Galatasaray, 2 buçuk Fenerbahçe, 1 de Beşiktaş yazsın Haluk Ulusoy’lu günlere!
Ya da biraz gaddar olan Galatasaray 4, Fenerbahçe 2, Beşiktaş 1 yazsın; karışmam!
“İnce bir operasyonla” Haluk Ulusoy indirilip, Levent Bıçakçı koltuğa oturmuş ve Fenerbahçe şampiyon olmuş…
Olaya “Fenerli mantığıyla” baksam, benim de diyeceğim belli olmalı.
Ama diyemem; çünkü tam bunu derken; vicdanım da bana bi şey fısıldıyor:
“O yıllar Alex’in ‘hem de iyi halinin’ olduğu yıllar... Hagi varken düdüğü sen çalıyordun; şimdi sıra onlara geçti!”

Hani hep ülkedeki siyasi muhalefetin çapsızlığından şikayet eder; bu kafadaki adamların RTE’ye karşı asla seçim kazanamayacaklarından söz ederiz ya…
Aslında bu ülkede “RTE’ye rağmen” seçim kazanmış biri var!
Haluk Ulusoy’muş o adam!

Biri Trabzon’lu biri Rize’li olmasına rağmen bu iki adam birbirlerini asla sevmedi!
İnat etmiş; gurur vesilesi yapmış; 2006’nın 19 Ocak’ında (yani 2005-06 senesinin tam ortasında) bir kongre daha olmuş, onu da kazanan Haluk Ulusoy (Recep Tayyip Erdoğan'ın muhalefetine rağmen) TFF’de bir kez daha başkanlık koltuğuna oturmuş!
İşte o sene Türk futbol tarihinin en müthiş senesidir.
“En müthiş sene” derken; Galatasaraylı açısından en müthiş sene! Yoksa Fenerbahçe açısından en rezil; hatta Fenerbahçe’yi bu 3 Temmuz’a (ve Metris’e taşıyan) sene!
Fenerliyi en kahreden, en delirten sene!

İçindeydim arkadaş; içinde…
Galatasaray’ın her şampiyonluğuna laf edebilirsiniz, ama ona ettirmem!
Çünkü futbolcuların “Param yok-pulum yok” diye düz koşu yaptıkları yıllar...
Galatasaray’ın Alex gibi bir adamın karşısına rakip diye İliç ve Saidou gibi adamları koyduğu yıllar!
Galatasaray’ın “yardım parası” topladığı yıllar...
Fenerli; (kaptanı) Emre’ye sorsun, yalanlamayacaktır. O yardım paralarında (o dönemde yurt dışında oynayan) Emre Belözoğlu’nun dahi (!) katkısının olduğu yıllar!
İliç ve Tomas’ın parasızlıktan kampa götürülemediği, Fenerli Murat Özaydınlı’nın Galatasaray’ı “fakir fukara edebiyatı yapıyorlar” diye küçümsediği yıllar!
Hani İsparta’da düşen, tüm yolcuların hayatını kaybettiği bir uçak var ya... İşte o parasızlık içinde biz o uçakla (!) bi dolu deplasmana gittik ve uçarken dahi (!) o uçağın düşmeye çok yakın olduğunu bildiğimiz yıllar! Çünkü kulüpte deplasmana gitmek için uçağa verilecek para yok!
Özhan Canaydın tükenmiş; önce Ergun Gürsoy’a, sonra da Adnan Polat’a kement atmış. Galatasaray o sene öyle inat etti; 90’da o kadar çok maç çevirdi ki; Fenerbahçeli futbolcunun “çok rahat” kazanacağını sandığı ligde moralini "en çok o" bozmuştu!
Hasan Kabze’nin İnönü’de 2 gol atarak çevirdiği Beşiktaş maçı da bunlardan biridir. Fenerbahçeli taraftar az sonra şampiyonluk kutlamaya hazırlanırken; Hasan Kabze “bir basketbol maçı gibi” son saniyelerde attığı golle Galatasaray’ı şampiyonlukta son haftaya taşıdı.
Son hafta geldiğinde moralman “çökmüş” bir Fener, moralman “şahlanmış” bir Galatasaray vardı. Ama buna rağmen ipler gene Fener’in elindeydi. Fener yenerse, (Galatasaray ne yaparsa yapsın) işe yaramayacaktı!
İşte moralman şahlanmış Galatasaray’da Adnan Polat’ın (bir saat firması tanıtımında) “20.45’te şampiyonuz” sözü Fenerlinin elini ayağına iyice doladı. Bu “çeneyle oynama işine” Eric Gerets bile katılmıştı!

Sonuçta; (Galatasaray’ın evinde kazandığı belli olmuşken,) TAM 16 DAKİKA GEÇ BİTEN MAÇTA Fenerbahçe (kümede kalmayı garantileyen) Denizlispor’u yenemedi ve 2005-06 sezonunda Galatasaray şampiyon oldu. Bu şampiyonluğu Levent Bıçakçı’ya mı, Haluk Ulusoy’amı yoksa “ikisine birden” mi yazarsınız bilmem…
Ama hadi onu da Haluk Ulusoy’a yazalım!

Sonra geliyoruz 2006-07 sezonuna…
Yani Fenerbahçe’nin 100. yılına!
En fanatik Fenerli bile kabul eder ki;
Fenerbahçe kendi kulüp tarihinin en anlamlı kupasını HALUK ULUSOY’UN ELİNDEN almıştır!
Haksız mı almıştır?
Yardımla mı, kıyakla mı almıştır; öyle bir şey demem!
Çünkü o kadroda Alex var!
Ama ben bir Galatasaraylı olarak Alex’e hakkını böyle teslim ederken, sen de vicdanına şunu sor…
Atacaksan Haluk Ulusoy’a, Mehmet Ağar’a, Mesut Yılmaz’a gene çamur at…
Ama şunu da sor;
Denizliyle kader maçına çıkmışsın;
Anelka gibi dünya devi bir futbolcu Daum’la yan yana oturuyor!
Bu olacak iş mi?
Fenerbahçeli Haluk Ulusoy’u suçladığı kadar…
Daum’un bu aptallığını konuşmuş mu?

14.02.2008’de…
Yani 2007-08 sezonu oynanırken RTE’nin istediği olmuş; sonunda TFF koltuğunu çok güvendiği yakın silah arkadaşı (rahmetli) Hasan Doğan’a teslim etmiş.
14 Şubat 2008; yani bir Sevgililer Günü, Haluk Ulusoy’un Türk futboluna yönetici olarak hizmet verdiği son gündür!
5 ay koltukta kalacak kadar bir ömrü olan Hasan Doğan tek şampiyonluk kupasını kime vermiş?
Galatasaray’a!
E siyaset Fenerli… TFF Başkanı Beşiktaşlı… Şampiyon kim?
Gene Galatasaray!

Gelelim “tanıdığım” Haluk Ulusoy’a…
Haluk abiyi taaa Kuşadası Fantasia Oteli’nin sahibi olduğu günlerden tanırım. Galatasaray’la kampa gittiğimizde onun otelinde kalmıştık. Karşılıklı oturun; çok seversiniz! Asla sana tepeden bakmaz. Haluk Ulusoy halk adamıdır.
Zaten TFF Başkanı olduğu günlerde özellikle Hakan Şükür ve Alpay Özalan’la olan muhabbetlerini hatırlarsınız; Beşiktaş’ın (gazeteye çıkmak için direklere tırmanan yöneticisi) İhsan Kalkavan’ın başka bir versiyonu olduğunu hatırlarsınız.

Haluk Ulusoy 7 buçuk sene TFF Başkanlığı yapmış…
Size söylüyorum; 5 yıl bir şirkette çalışın, siz de kendi çapınızda o şirketin “mafyası”, “ağababası” olursunuz!
Haluk Ulusoy’un da “adamcılık oynadığı” yılları çoktur. Onun döneminde (şimdiki BAL Ligi ayarındaki takımlara bile) antrenör olmaya kalksanız, “o ve onun tayfasının oluru olmadan” iş başı yapamazdınız!
Ayaklanmayın hemen!
“Bizim de anlatmaya çalıştığımız onun bu tarz işleri” demeyin hemen!
Hangi Türk’te yok ki bu iş?
Muhabbeti olan Rıdvan Dilmen’i arasın mesela... Kaç tane tırışkadan takımın hocasına Rıdvan Dilmen “okey” vermiştir de, o iş onun ricasıyla olmuştur!
Bizde makam sahibi herkesin zaafı bu... Herkes, her köşe başına “kendi adamını” koymak ister.
Bugün neyi tartışıyoruz; AKP’nin sınavsız işe aldığı akrabalarını…
Yalan mı?

Sadede geliyorum…
İstediğin kadar çamur at arkadaş…
İstediğin kadar “Takımı sen şampiyon yapmadın. Ben yaptım” de…
Ama Mustafa Denizli çıkar; sana seceresini bi döker, öyle bir hocaya laf ettiğin için yüzün kızarır!
Mustafa Denizli; “Ben hocayken şunları şunları yaptım” der ve seni “lafla” döver!
Aynı şey Haluk Ulusoy için de geçerli.
İstediğin kadar sevme…
İstediğin kadar nefret et…
Nasıl ki Halim Çorbalı’ya, Kemal Ulusu’ya, Mahmut Özgener’e:
“Ya baba… Tamam, TFF’ye başkan oldun da... İcraatini bana bi saysana!” desen…
Herkes susar…
Hepsi "hık-mık" eder...
Ama Haluk Ulusoy “sabaha kadar” anlatır!
Nasıl ki Türkiye Basketbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel kendi dönemindeki bütün güzel işleri “Ben yaptım” diye anlatırsa ve doğru yaparsa…
Aynısını Haluk Ulusoy da yapar…
Ve hakkıdır!

Ne olmuş onun döneminde?
Türk futbolu tavan yapmış!
Galatasaray UEFA Kupası almış, Süper Kupa almış…
Milli takım Dünya 3.sü…
Ve Avrupa Şampiyonalarına gitmiş!
Onun dönemindeki milli takım ve kulüpler bazındaki sıralamalara hiç girmiyorum.
Bugün Yeşil Burun Adaları diye nerde olduğunu bilmediğimiz yerler bizi geçmiş; onun döneminde böyle rezaletler asla olmamış!

Ama…
Haluk Ulusoy bunu der ama…
Bunları ancak “size” yedirir!
O yıllara birebir şahit olmuş ben Engin Biçer karşısına dikilerek, onun doğruları konuşmadığını ifade edebilirim.
Evet…
“Meyvaları toplamak” Haluk Ulusoy’a nasip olmuştur…
Ama o meyvaların toplandığı ağaçları “asla ve asla” Haluk Ulusoy dikmemiştir!

Bugün ceviz ekin; 5 yıl sonra ürün alırsınız.
Kiraz ek; gene öyle!
O meyva verecek ağaçları eken kişi Turgut Özal’la birlikte Piontek-Terim ikilisidir.
Ama hepsinden önemlisi…
O meyva verecek ağaçları eken Şenes Erzik’tir!
Şenes Erzik (yönetici bazında) bu ülkenin “en büyük” adamıdır!

Verdiğim linkten Şenes Erzik’in TFF Başkanı olduğu yıllara bakın…
İşte o yıllar Hakan Şükür’lerin, İlhan Mansız’ların önce çim sahalara kavuşturulduğu, sonra adam gibi tesislerde konaklamaya başladığı, Türk futbolcusunun (en başta Mustafa Denizli’nin katkılarıyla) “kişilik bulduğu” yıllar!
Önce Şenes Erzik UEFA’ya gitti…
Sonra futbolun içine "daha çok para ve spor kültüründen hiç nasibini almamış Aziz Yıldırım’lar" girdi.
İşte… Tablo ortada!
O kadar çamur attığınız Haluk Ulusoy’un karnesi de ortada!

Ama Aziz Yıldırım da haklı!
Galatasaray müzeye öyle bir kupa koymuş ki; kendi takımıyla aynısını alamayacağını daha en başta biliyor ve başarısızlığının suçunu hep başkasına yıkıyor!
Kendi yaptığı şikeden bile Galatasaray’ı, Ebru’yu, Lütfü’yü, Cemaat’i, iktidarı aklına gelen herkesi suçlayan, (en başta kendi gitmesi gerekirken) UEFA’daki hiç suçu olmayan Şenes Erzik’in istifasını isteyen bir adamdan bahsediyoruz!
E o olmayacağına göre…
Hep başkası suçlu!

Hala ikna olmadın mı Fenerli biraderim?
Hala; son 30 yılda aşağı yukarı tüm şampiyonların hep “en layık” takımlar olduğuna inanmayacak…
Buna Haluk Ulusoy’un, Mehmet Ağar’ın, (Özal’dan emanet aldığı gül gibi partiyi g**üne benzeten, kendine bile hayrı olmayan) Mesut Yılmaz’ın dahli olduğunu mu söyleyeceksin?

Aslında doğru…
Sen de haklısın!
Haluk Ulusoy dönemindeki Galatasaray’la Fener arasında “az bir fark” var…
Ama elini vicdanına koy be Fenerli biraderim…
Galatasaraylı Hagi ile…
Fenerbahçeli Kemalettin arasında “o kadarlık bir fark” olmasın mı?

Sen o burun kıvırdığın Alex’e dua et…
Şayet ona denk gelmeseydin…
Galatasaray’la Fenerbahçe arasındaki uçurumu asıl o zaman görecektin!:)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder