5 Ağustos 2015 Çarşamba

İBRAHİMOVİÇ'İ ALAN DERTSİZ BAŞINA DERT ALIR!

Geçenlerde Fenerbahçeli spor yazarı Gürcan Bilgiç’in bir yazısını okuyorum. Bilgiç; Fenerbahçe’nin sadece bonservise 35 milyon euro ödeyerek kurduğu yeni kadrosu üzerine yorum yapıyor.
Tam kelimeleri değil ama aşağı yukarı şunu diyor:
“Fenerbahçe dönem dönem böyle hamleler yapar. 1996-2000 arasında Galatasaray 4 sene üst üste şampiyon olmuştu ve bir hamle yapmak şart olmuştu. Aziz Yıldırım Galatasaray’ın o hızını Mustafa Denizli ile kesmeyi planlamıştı. O dönemde de bonservislere çok yüksek paralar ödenmişti. Ama sonunda ne oldu? Fenerbahçe dedi ki; bu mahalle benim mahallem... Burada son sözü ben söylerim!”
“Bu mahalle benim mahallem. Burada sözü ben söylerim” kısmına kadar yazıyı okurken bir problem yoktu. Ama o cümleleri görünce Gürcan Bilgiç’e bıyık altından gülmeye başladım. Çünkü o sadece işin Fenerbahçe kısmını biliyordu. Galatasaray’da ne olup bittiğini bilmediğinden, o senenin şampiyonunu Mustafa Denizli ve talebelerinin belirlediğini sanıyordu.

Konumuzla alakası yok ama... Bi dip not olarak ekleyelim.
O seneki şampiyonlukta tablo şöyle:
Galatasaray 4 sene üst üste şampiyon olmuş ve UEFA Kupası’nı almış! O rüzgarla Fatih Terim İtalya’ya (Fiorentina) transfer olmuş.
Galatasaray’ın başına ise Lucescu gelmiş ve (gelir gelmez o da) Monaco’da Süper Kupa’yı Galatasaray müzesine koymuş.
Yani Galatasaray o sene “5 sene üst üste” yapmak için sahaya çıkmıştı.
Gidenler-gelenler derken; (bizim patron Cem Uzan’ın gazlamasıyla) Florya’ya helikopterle (!) ÇOK YÜKSEK MALİYETLE o yılların en iyi golcüsü Mario Jardel transfer edilmişti.
Yani Galatasaray şampiyonluğun gene en ağır favorisiydi. Galatasaray izin vermezse (!); başka biri asla şampiyon olamazdı.

Aziz Yıldırım; (mecbur kaldığı için) dönem dönem “kokainci” Daum’a, “günahı kadar sevmediği” Ersun Yanal’a sarılmıştır. O dönem de ipleri “mecburen” Mustafa Denizli’ye emanet etmişti. Ama yakından tanıyan herkes bilir ki; denize düşmese Aziz Yıldırım’ın Mustafa Denizli ile yolları asla kesişmezdi!

Hangi dönemden bahsettiğimizi daha iyi anlayabilmeniz için söylüyorum. Bu sezon, “Cihan Oskay’lı” (!) sezondur.
Bu ifadeyi kullandığım zaman futbolumuzu yakından takip edenler ne demek istediğimi daha iyi anlar. Anlamayana bi done daha vereyim:
O sene sonunda Mustafa Denizli Fener’i şampiyon yapar. Aradan günler geçer ve Mustafa Denizli bir dost ortamında Fenerbahçe’yi şampiyon yapmakla gururlanmaya kalkar. Bu durum Aziz Yıldırım’ın da kulağına gider ve o tarihi lafı “ ilk kez o gün” eder:
“Yapma yaaa... Fener’i sen mi şampiyon yaptın; yoksa ben mi?”
Bahsettiğimiz sezon; işte o sezon!

4 sene üst üste şampiyon olmuş, Avrupa’nın kralı olmuş Galatasaray; 5 sene üst üste şampiyon olmak için sezonu açmıştı.
5 olursa 6’ya da giderdi; (ki gitti zaten!)
En büyük sportif başarısı Galatasaray’ı 6-0 yenmek olan Fenerbahçe (şayet o şampiyonlukla Galatasaray’ın yolunu kes(e)meseydi) sezon anlamında Galatasaray’a 6-0 kaybetmiş olacaktı! Sorarım size; 6 sezonda Fenerbahçe’ye 6-0 yapmak mı daha anlamlıdır; yoksa sıradan bir lig maçını 6-0 kazanmak mı?
İşte o şampiyonluk bu açıdan bakınca çok önem kazanır.

***
Ben; bu ülkede ekmek parası kazanmış futbolcular arasında Hagi’den daha büyüğünü görmedim; göreceğimi de sanmam!
Hagi benim tüm meslek yaşantım boyunca gördüğüm-görebileceğim en büyük profesyonellerdendir Yanlışım varsa o dönemin tüm şahitleri konuşabilir. Ben hayatımda (Hagi kadar yetenekli olmasına rağmen) idman denen şeye Hagi kadar değer veren başka bir futbolcu görmedim. Onun yerinde başka biri olsa fırsat buldukça idmandan kaytarırdı. Ama o hafta içi idmanda mükemmel oynamazsa hafta sonu maçta da kötü olacağını düşünürdü. O yüzden de; (gerçekten sakat değilse) Hagi idman kaçırmazdı!

Hagi idman kaçırmazdı. Çünkü o mesleğine aşkla bağlıydı.
İşine bu kadar aşkla bağlanan bir adama yapman gereken nedir?
Sen de ona aynı saygıyı göstereceksin!
Bunun yolu da parasını gününde ödemekten geçer.
Yalan yok; Hagi’nin para için kazan kaldırdığına çokça şahit olduk. Ama adama hak da veriyorsun. Çünkü o işini mükemmel yapıyor!
Parasını alamadı mı?
Bağırır-çağırır; ama “bir şeyi” asla yapmazdı!

Bakın şimdi; bahsettiğim o sene takımın hocası Lucescu...
Yani Hagi’nin “Mircea ağabey” dediği bir adam.
Romanya’dan hemşerisi!
O sene Popescu da takımda ve Hagi ile Popescu bacanak...
Yani 2 kız kardeşle evliler...
Yerlilerin (ve tüm takımın) kaptanı Bülent Korkmaz ya... Popescu’ya da yabancıların kaptanlığını vermişler.
Sezon başında (Jardel’in çok büyük paralara alınmasına rağmen) o sene de büyük bir para sıkıntısı var. Takım şampiyonlukta Fenerbahçe’yle çekişiyor. Popescu kesiyor; Hagi getiriyor, Jardel “kıçıyla bile” gol atıyor!
Ama gelgelelim o hafta gene ödemeler yapılmıyor. Ligin de sonu yaklaşmış; Hagi ortalığı kasıp kavuruyor!
Kendi gitse, yöneticiye gidemez mi? Bal gibi gider! Ama adam meslek olarak asker ya; onda rütbe anlayışı var, kıdem anlayışı var. O yüzden de üst rütbesindeki adamı yani kaptanı aşmamaya da özen gösteriyor.
Önce Bülent Korkmaz’a asılıyor:
“Bülent efendiiii... Paralar nerde?”
Bülent ne desin?
Aynı soruyu eve gidince eşi de soruyor ve Bülent ona da boyun büküyor. Çünkü Bülent biliyor; Galatasaray’da olmayan para verilmez!
Ama olunca verecekler!
O yüzden de Bülent bu tip durumlarda içerde çalışmayı, Hagi’nin gözüne gözükmemeyi tercih ediyor!
O zaman Hagi ne yapıyor?
Bu sefer yabancıların kaptanı Popescu’ya; yani bacanağına sarkıyor:
“Popescu efendiii... Paralar ne oldu? Para yoksa Ciga da yok!”
Bunu derdi ama...
Allah’ı var; Hagi asla alamadığı paranın intikamını idmana çıkmamakla almazdı!
Ama herkes Hagi mi?
Herkes Hagi kadar işinin aşığı mı?

Galatasaray o akşam üst sahada idmana çıkıyor.
İdmanı seyreden taraftarlar da var.
Şimdi size bir sahne anlatacağım; duyunca “Vay be” diyeceksiniz?
“Biz bu Galatasaray’dan mı şampiyonluk bekliyor muşuz?” diye ekleyeceksiniz.

Lucescu takıma düz koşu yapma talimatı veriyor.
Hagi koşuyor... Popescu koşuyor... Vedat İnceefe, Fatih Akyel, Arif Erdem, hepsi koşuyor...
Ama biri koşmuyor!
Florya’ya helikopterle inen Jardel beyaz plastik bir sandalye çekmiş; bacak bacak üstüne atmış; önünden geçen anlı-şanlı futbolcu arkadaşlarını izliyor!
Lucescu’ya da şu haberi yolluyor:
“Paramı almadan düz koşu bile yapmam!”
Buyrun...
Hagi’nin olduğu yerde Jardel kimdir?
Ama adam düz koşu bile yapmıyor!
Sen de bu adamdan hafta sonunda gol bekleyeceksin!
“Beklemem” deme Galatasaraylı; geçmişten bahsediyorum...
Sen bu Jardel’den çoooook gol bekledin!

O kibir dolu yakıştırmalarınızla Hamza gibi bir pırlantaya “Denge Dengeoğlu” diye lakap takıyorsunuz ya...
İşte onun ısrarla söylediği “takım içi denge” budur!
Ayağını yorganına göre uzatmak, her şeye rağmen önce Galatasaray’ın menfaatlerini önde tutmak budur!
“Bir takımda sadece generaller olmaz. Erlere de ihtiyaç vardır” demek budur.

Bugün özellikle genç Galatasaraylılar neyin huzursuzluğunda?
“İbrahimoviç’i neden almıyorsunuz?”
Yahu kardeşim...
Galatasaray’ın İbrahimoviç’i almaya parası vardır.
Galatasaray için imkansız denen şey yok; değil mi ki Drogba bile bu formayı giydi; onun yanında İbrahimoviç kimdir ki?
Sorarım size; bu İbrahimoviç’e herkes sahip olmak istedi de... Hangi takımından ayrılacakken taraftarı ayaklandı?
Hangisi; “Onu satan bizi de unutsun” dedi?
Hiç biri!
Hepsi İbrahimoviç’ten yaka silkmedi mi?
“Gitse de kurtulsak!” demedi mi?

Geçen akşam bir maçını izledik...
Oralarda ne işi varsa; İbrahimoviç kendi orta sahasının sağında topu kaptı. Tekte oynasa sorun yoktu. Ama o futbol tanrısı ya... Onun ayağından kimse top alamaz ya... Topu ayağında tuttu; çalım yapmaya kalktı. Rakip basıp topu alınca kontra yemeye az kalmışken İbo’nun (sağ bek) takım arkadaşı rakibi biçti ve sarı kart gördü. O an o sağ bekin İbrahimoviç’i fırçalamasını görmeliydiniz! Dünyanın hiç bir takımında, hiç bir sağbek, saha ortasında takım kaptanını öyle fırçalayamaz! Ama İbrahimoviç o takımda fırçalanmaya da başlamış! Yani Fransa onu istemediği gibi; takım arkadaşları da ondan çok fena yaka silker olmuş!

Gelsin...
Futbolda büyük başarılar büyük futbolcularla kazanılır.
Gelsin de...
Takımı tam ortasından “çatırt” diye bölmeyecekse gelsin!
Bu konuşulan paralar çok büyük paralar.
3 yıl için 50 milyon eurodan bahsediliyor.
Bu takımda sadece İbrahimoviç mi olacak?
Ona o kadar parayı verdikten sonra Sneijder’i bugünkü maaşına oynatabilecek misin?
Podolski “Paranız bana yoktu ama İbra’ya varmış!” diye küsmeyecek mi?
Hepsini geçin yahu!
İşler azıcık sarpa sarsın; beğenmediğiniz Sabri bile “Parayı kim alıyorsa takımı da o kurtarsın!” demeyecek mi?

Demem o ki;
Gürcan Bilgiç yanlış biliyor!
O sene Galatasaray’ın 5’te 5’ini kesen ne Aziz Yıldırım ne Mustafa Denizli değil; “çok pahalı” transfer Jardel’dir...
Onun yüksek bedelinin takım içine düşürdüğü nifak tohumlarıdır!
4 sene üst üste şampiyon olmanın doymuşluğu;
O sene gurbete çıkmış (Galatasaray’ın çocuğu Bülent Ünder’in) Samsunspor’la Galatasaray’ın 5 puanına kan doğraması;
(2.likte bile) Şampiyonlar Liginin garanti olması;
Faruk Süren’in ayağının kaydırılması, daha bi dünya etken vardır 5 sene üst üste şampiyon olamama yolunda...
Ama en önemlisi;
Jardel’e verilen paradır!

Florya’da gene üst saha var...
Beyaz plastik sandalye bulmaktan kolayı mı var?
Sahneyi bir daha gözünüzün önüne getirsenize...
Sneijder koşuyor;
İbrahimoviç bacak bacak üstüne atmış:
“Paramı vermezseniz değil koşmak; yürümem bile!” diyor.
Olmaz mı?
Niye olmasın ki?
Olmadı mı?
Yaşamadın mı?
Hagi bile koşuyor...
Jardel bacak çelmiş; onları izliyor!
Lucescu’nun da gıkı bile çıkmıyor!
Nasıl çıksın?
Lucescu da bugünkü Lucescu değil ki!
Lucescu o günlerde bizim için en fazla bir “çeri başı” idi!

Gürcan Bilgiç gene öyle bilsin.
Onlar bu mahallenin “onların mahallesi” olduğunu sansın.
Ama bu mahalle artık Galatasaray’ın mahallesidir!
Galatasaray istemezse...
Galatasaray içerden bölünmezse ve en önemlisi “takım” olgusundan kopmazsa bu sene de Galatasaray’dan şampiyonluğu kimse alamaz!
Karar verilmesi gereken şudur:
İbrahimoviç mi?
Yoksa Galatasaray mı?
Ya da daha doğru ifadeyle...
Takım mı?
Yoksa şahıslar mı?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder