11 Temmuz 2015 Cumartesi

O ALTAN NE BÜYÜK FUTBOLCUYDU... ARDA TURAN'DAN BİLE!

Dünya üzerinde Barcelona’dan büyük kulüp var mı?
Yok!
Peki Barcelona’ya 50 milyon euro bonservis parasına 5 yıllık imza atan (Arda Turan’dan başka) Türk futbolcu var mı?
O da yok!
O zaman tam da bu yazıyı yazma zamanı!

Yaşım itibariyle Galatasaray’ın 14 sene şampiyon olamadığı günleri bilirim.
1985’te üniversite için İstanbul’a gelmiştim; arkadaşlarım benimle alay ediyordu:
“Galatasaraylıyım diyorsun da... Sen Galatasaray’ın şampiyonluğunu hiç gördün mü?”
Evet; askere gidecek yaşa gelmiştim ama Galatasaray’ın “gözümle gördüğüm” şampiyonluk sayısı sıfır’dı!
Ben İstanbul’a ayak atar atmaz Galatasaray’ın makus talihi de değişmeye başladı. Benden değil tabi; Derwall’i Galatasaray’ın başına getirenler yüzünden!
Nitekim Galatasaray’ın “gözümle” ilk şampiyonluğunu görmek için de çok beklemedik.
1985-86’da namağlup 2. olarak şampiyonluğa çok yaklaşmıştık. Ama bizi 14 sene bekleten o şampiyonluk çok uzakta değildi.
Bir sonraki sene, 1986-87 sezonunda Galatasaray şampiyondu!

Vizeli hemşerim Tuncay Mutlu ile birlikte İstanbul’a üniversite okumaya gelmiştik. Bi tesadüf daha, ikimiz de Kumkapı Kadırga Öğrenci Yurdu’nda kalıyorduk. Yurt müdürümüz Aydın Albayrak o gece bizi yurtta sanıyordu. En az benim kadar Galatasaraylı olan Tuncay’la birlikte (ertesi gün maça giremeyiz diye) o son geceyi yurtta değil; eski açığın önünde uyuyarak geçirmiştik!
O şampiyonluk benim ilk şampiyonluğumdur!
Tesadüf bu ya; tam da o sene sonunda, (4 yıllık okulumun daha 2. senesi biterken) gazetecilik mesleğine başladım.
O tarihten bugüne; Galatasaray’ın içinde, olayların içinde, bi dünya tarihi an’a gazeteci olarak yakından tanıklık ettim.
Bu ruh hali anlatılamaz!
Artık bir yanın (günü geldiğinde, tuttuğun takımı çok pis karıştıracak kadar) gazetecidir... Ama diğer bir tarafın “hala” taraftardır!
Hani o; Galatasaray’ın şampiyonluğunu göreceğim diye “stat önünde yatacak kadar” taraftar!
Üniversite okuyan bir adam bunu yapar mı?
Galatasaray aşkı bu...
Adama her şeyi yaptırır!

Sana soruyorum Galatasaraylı...
Gördüğün en büyük kupa hangisi?
Süper Kupa değil mi?
1986-87 şampiyonluğu için stat önünde yatan ben; Monaco’da Süper Kupa kalkarken, o kupaya 15 metre mesafedeydim!
Çünkü o muhteşem anı gazetem için fotoğraflıyordum!
Yani diyorum ki...
Ben müthiş şanslı bir Galatasaraylıyım!
Çünkü koca delikanlı olmuşum; tek 1 tane şampiyonluk görmemişim...
Ama ondan sonraki 30 yılda olan her şeyi, “yerinde” ve “içinde” izlemişim!

Sözü, “benim neslim” Galatasaraylısından, “bugünün genç Galatasaraylısına” getiriyorum.
Aslında bu örneklere üzülsem mi, sevinsem mi, bilemiyorum.
Son şampiyonluk sonrası bizim Tuncay kendi çocuklarından örnek veriyor.
“Oğlum daha küçücük... Ama şu, şu, şu kupaları gördü” diyor.
Kıyaslıyorsun;
110 yıllık Beşiktaş, bizim Tuncay’ın küçücük çocukları kadar şampiyonluk görmemiş!
Yani Galatasaray buralara geldi!
Haliyle;
Galatasaraylı da çok değişti!

Bugün iki çeşit Galatasaraylı var.
1-      Yaşı 45-50 arası değişen, bir Galatasaray şampiyonluğunu görmek için tam 14 yıl bekleyebilen, ama 14 yıl beklerken de Galatasaray’a tek bir an küsmeyen Galatasaraylılar...
2-      Doğar doğmaz Galatasaray şampiyonlukları gören, ama bu yüzden de başarısızlığa asla tahammülü olmayan, yaşları 10-25 arası olan genç Galatasaraylılar...

Küçük kızım 95 doğumlu...
Kupalar sanki onun doğmasını bekliyormuş!
96-2000 arası ‘4 sene üst üste’yi görmüş...
UEFA’yı, Süper Kupa’yı görmüş...
Diğerlerini saymıyorum bile!
Çünkü şu son 4 senenin 3’ünde de gene Galatasaray şampiyon olmuş!
Geçenlerde Beşiktaşlı bir arkadaş anlatıyor:
“Beşiktaşlı yetiştirmeye çalıştığım oğlum geldi, bana dedi ki: ‘Baba, ben hem Galatasaray’ı, hem Beşiktaş’ı tutabilir miyim?’ Çok kızmış gibi yaparak; ‘Olmaz öyle şey’ dedim. Ama oğluma da hak verdim. Çünkü çocuk ne zaman televizyonu açsa sürekli sevinen Galatasaraylılar görüyor!”

Biliyorum; “sadede gel” diyorsunuz.
Aslında bunlar güzel şeyler...
Ama genç Galatasaraylıyı da “doyumsuz” eden şeyler!

Galatasaray’ı yöneten beyinlere sesleniyorum:
Sizin en büyük derdiniz parasızlık falan değil!
Siz;
Benim neslimle,
Bugünün genç Galatasaraylısını buluşturmak zorundasınız!
Siz; bizi aynı potada eritemediğiniz sürece, sizi çok zor günler bekliyor!
Zaten bunu bugün fazlasıyla yaşıyorsunuz... Transferde çok ağır hareket ettiğinizi düşünen genç Galatasaraylılar, twitter kanalıyla size resmen kırbaç vuruyor!
Biz yapmayız!
Ama genç Galatasaraylılar affetmiyor!

Bugünün genç Galatasaraylısına çok can alıcı bir örnek vermek istiyorum.

2 sene önce, sabaha karşı, (2014 Miami Heat- San Antonio) NBA final maçını  izliyorum. Maçın son saniyelerine girilmişti ve Lebron James’in takımı evinde şampiyonluğu kaybetmek üzereydi. “Artık iş bitti” diye ben de yatağın yolunu tutmak üzereydim. Sadece ben mi? Benim gibi düşünen Miami Heat taraftarları da salonu terk etmeye başlamıştı.
O arada inanılmaz bir şey oldu... Serbest atışların ikisini de kaçıran San Antonio maçı zora sokmuştu. Olmaz denen şey oldu ve ölü dirildi!
Lebron’un arkadaşları o maçı önce uzatmaya taşıdı. Uzatmayı da kazanarak, seriye son maça taşıdı.
Düşünün...
Bir NBA finali oynanıyordu...
Miami sahada şampiyonluk mücadelesi veriyordu ama; o sırada bi dolu Miami taraftarı maçın uzatmaya kaldığını bindikleri takside ya da metroda öğreniyordu!
Drama bakar mısınız?
Derken son maçın hazırlıkları başlar...
Lebron basın önüne çıkar ve kendi taraftarına (!) o inanılmaz meydan okumayı yapar:
“Bana bakın... Sizler kendinizi çok iyi biliyorsunuz! Hani biz o gece salonda canımızı dişimize takarken bizi terk eden sizler var ya... İşte onlar, bizim son maçımıza da gelmesinler; (alırsak) bizimle kupa kutlamasına da katılmasınlar!”
Lebron büyük oyuncudur ve taraftarına bu kadar dik konuşmayı ancak büyük yıldızlar yapabilir.
Ve o kupayı...
Geriden gelmenin moraliyle, mucizeyi başarmanın moraliyle Lebron ve arkadaşları kazandı!
Belki ağır olacak ama...
Lebron ve arkadaşları o kupayı ne yapmıştı?
Hani maç sırasında salonu terk eden Miamililer var ya; işte onların resmen kıçına sokmuştu!
Kimse kusura bakmasın; bu işin başka tarifi yok!
Miamili basketbolcular;
O seneki NBA şampiyonluk kupasını Miamili taraftarların kıçına sokmuştu!
Bir taraftar için, bundan daha büyük bir ayıp olamaz!

Şimdi konuyu başka bir drama getiriyorum.
Hani yukarda bahsettiğim 95 doğumlu kızım Esra var ya; son zamanlarda onunla sıkça maça gider olmuştuk. 93 doğumlu kızım Ece’nin pek futbolla ilgisi yoktu. Ama Esra belli çok fanatik Galatasaraylı olacaktı! Kızım böyle Galatasaray sevdalısı olacak da, ben onun önünü keser miyim?
Ne zaman fırsat olsa:
“Haydi Esra maça... Galatasaray bizi bekler!”
Ben gazeteciyim. Maça gitmek için TSYD görevlisine bir telefon açmam, bir mail yazmam yeter.
Ama 25 sene arkadaş; aralıksız 25 sene...
Sabah idman, akşam maç...
Eskiden Cumartesi-Pazar idi maç...
Ama sonraları Pazartesi maç...
Salı maç, Çarşamba, Perşembe, Cuma...
Her gün maç!
O yüzden de futbol bana bir ara hiç cazip gelmez oldu. Bazen kafamı çevirdiğimde ekranda maç görürdüm. Top ceza sahası içindeyse ilgimi çekerdi de; orta sahada ise kusacak gibi olduğumu hissederdim!
Yani...
Bana kalsa ben gene gitmezdim ama... Esra Galatasaray’a yürekten sevdalı olsun diye onu hep maça götürmeye gayret ederdim.

O gece İstanbul’da (ilk) Şampiyonlar Ligi maçı var...
Maç da Real Madrid’le...
Basın tribününde benim yerim hazır...
Ama oraya Esra ile giremem!
Şansımıza da 2 tane maç bileti bulmuşuz...
Lig maçına çok gitmiştik ama; Esra bir Şampiyonlar Ligi maçını görmeyi çok istiyordu.
O maça gittik...
Ama gitmez olaydık!
“Gitmez olaydık” demem de maçın skoru yüzünden!
Doğru tahmin ettiniz; hani kendi sahamızda 6-1 yenildiğimiz bir maç var ya, işte o maçtan bahsediyorum!

Aslında o maç 6-1 bitecek maç değildi. Oyunun başında Real Madrid’i ezdiğimiz anlar olmuştu. Ama o kahrolası golü sen atamayınca, mutlaka onlar sana atıyor!
O gece Real Madrid’den 6 gol yemek çok acı gelmişti. En çok da Esra için üzülmüştüm. Çünkü ne zamandır;
“Hadi be baba... Bi tane de Şampiyonlar Ligi maçına gidelim” diye başımın etini yiyordu. Gittik işte; ne oldu?
Adamlar bize yarım düzine çakmıştı!
Ama...
Buna rağmen o gece beni daha derinden yaralayan bir şey vardı.
Maç 0-1 olmuştu; stadın epey bir bölümü homurdanmaya başlamıştı. O geceki takım bir Fatih Terim takımıydı ama; taraftar garip bir şekilde teslim olmaya çok hazırdı.
Belki beraberliği buluruz diye bekliyordum ama; taaak diye 2. golü de yemeyelim mi?
İşte o anda Galatasaray adına içim parçalandı!
Stadın yarıya yakını “Lanet olsun lan size!” diyerek koltukları boşaltmaya başladı!

Ondan sonrası tam bir işkenceydi.
Sen moralman çöküyorsun ya...
Real Madridliler de tam aksi; adeta kanat takıp uçuyordu!
Hiç unutmuyorum; Christiano Ronaldo orta sahanın sol taç çizgisi dibinden topu almıştı... Yani kaleye daha bi dünya var... Ama herifin gidişine bakamayıp kafamı başka yöne çeviriyordum! Çünkü bizimkiler adeta ona koridor açıyor; o da o aradan adeta uçak gibi kayıyordu.
Bilmem beni o hallerde gördüğünden mi; yoksa tribündeki korkak tavuklara bakıp “onlarla aynı nesilden” olduğundan mı?
Esra da bana demesin mi?
“Hadi biz de çıkalım baba!”
Esra’ya dik dik baktım ve:
“Otur oraya” dedim...
“Çıkmak yok!”
“Şayet Galatasaray’ın bu hallerine tahammül edemezsen, Galatasaray’ın zafer dolu günlerine eşlik etme hakkın da olmaz!”
Oturduk ve seyrettik...
O çileye; “sonuna kadar” katlandık!

Meslekten kalma alışkanlık mı; bilmiyorum...
Ama ben üniversiteye geldiğim yıllardan da bilirim... Benim için bir maçta izlenecek şeyler hakemin 90. dakika bitiş düdüğüyle başlar. Onları izlemeden hiçbir maçtan ayrılmam. O anlardan yazılacak çok şey çıkar, bi dahaki maça ders çıkarılacak çok şey çıkar.
Ben böyle gördüm, böyle bilirim...
Lakin genç Galatasaraylı kardeşim;
SEN ÖYLE DEĞİLSİN AMA...
“Benim devrimin bütün Galatasaraylıları da” öyledir!
Benim devrimin Galatasaraylısı; Galatasaray’ını “olay anında” SATMAZ!
Maç bitmeden; o tribünleri BOŞALTMAZ!
Galatasaray’ı yöneten beyinlere anlatmaya çalıştığım sıkıntı bu...
Bir nesil aslan gibi Galatasaraylı...
Ama “genç Galatasaraylılar” var ya...
Lastik patlatmaya;
Takımı yarı yolda bırakmaya dünden hazırlar!
Çünkü onlar Galatasaray’ın kötü halini hiç bilmiyorlar ve en ufak bir başarısızlığa bile tahammül edemiyorlar!

Facebook’a geldiğimden bu yana 10’larca Galatasaraylı gruptan “üyemiz ol, aramıza katıl” diye davet aldım.
O gruplarda biliyorum ki; bugün profesyonel gazeteci geçinen birçok adamı 5 defa cebinden çıkartacak dolulukta adam var!
Ama bazıları da çok boş ve çok ukala...
Dolusu sana yazı yazman için bi dünya malzeme veriyor ama... Sırf o boş tenekelerle yüz göz olmamak adına o grupların hepsine teşekkür ederek (24 saat üyeleri kalıp) çıktım.
Ama şimdi pişmanım!
Keşke kalsaymışım; keşke genç Galatasaraylıya yanlışlarını anlatsaymışım!
O ilk günlerde, bir gazeteciyle taraftarın birbirinden ayrılmasını savunurdum. Hoş; Galatasaray’ın ve Galatasaraylının canını yakacak şeyler de yazıyordum ama; gene de bir gazeteci olarak o gruplardan uzak durmam lazım gibi geliyordu. Ama ne zamanki Fenerbahçe medyasının 3 Temmuz’daki “hallerini” gördüm, işte o zaman boşuna hassasiyet gösterdiğimi anladım.
Gördüm ki; Şansal Büyüka ve onun Milliyet’inde yetişen, ( o güne kadar benim harbi gazeteci sandığım) bi dünya gazeteci paso “Fener amigoluğu”na oynuyor; işte o zaman bana da; “Madem öyle... Bundan sonra böyle” demesi kalıyor!

Geçen akşam bir Galatasaraylı gruba üye yapılmışım.
Özel mesaj kutuma da;
“Bize yazdıklarını genç Galatasaraylı arkadaşlara da anlatır mısın?” diye not düşülmüş. İlk okuduğumda tavrım aynıydı; “24 saate ben buradan uzarım” diyordum. Ama hem o sayfada, hem de son günlerde sosyal medyanın twitter ayağında öyle inanılmaz şeyler okuyordum ki; Galatasaraylı adına üzülüyordum.
O gruptan hala çıkmadım... Çünkü onlara anlatacak çok şeyim var!
Daha da önemlisi...
Eskiden beni davet eden tüm Galatasaraylı gruplara;
Sonuna kadar varım!

Fenerbahçe önüne geleni, hem de çok büyük bonservis bedelleri ödeyerek alıyor ya...
Genç Galatasaraylılar da taze başkan Dursun Özbek’ten aynı şeyi istiyor!
Fenerbahçe o tip transferleri kaldırır...
Ama Galatasaray Fenerbahçe gibi olmaz!
Olamaz!
Ve olmamalı da!
Başkana yüklenen ayrı, Cüneyt Tanman’a yüklenen ayrı, takımı daha geçen ay şampiyon yapmış Hamza Hamzaoğlu'na yüklenen ayrı...

Bak sevgili Galatasaraylı (genç) kardeşim...
Senin Galatasarayının son 30 yılına, gözlerimle şahit oldum. O anları fotoğraflarla ölümsüzleştirdim.
Ben...
Senin gazetede okuduğun...
Televizyondan izlediğin olayların...
İÇİNDEYDİM!
Bak; kulağını iyi aç ve beni iyi dinle!
O başarılarla dolu 30 yıl var ya...
İşte onu (kendi hayat hikayemi de içine katarak) bir kitap haline getirdim. O kitabı “dilediğim anda” basarım. Konu o değil! O kitapta ne yaptım biliyor musun?
Bir sayfa ayırdım ve...
Son 30 yılda tanıdığım Galatasaraylı futbolcuların ŞEREF KÜRSÜSÜ’nü yaptım.
Yani altın madalya şu; gümüş madalya şu, bronz madalya şu diye...
Bana 1.’yi sorma...
Çünkü söylemem!
Ama ikinci ve üçüncü kim; biliyor musun?
Biri Cüneyt Tanman...
Diğeri Hamza Hamzaoğlu!
Siz şimdi Avusturya’daki kamp haberlerini başka bir gözle izliyorsunuz... Belki de transferde ağır kalıyorlar diye hem Cüneyt kaptana, hem de Hamza Hamzaoğlu’na çok fena gıcık kapıyorsunuz.
Ama ben öyle bakmıyorum...
Ben;
“Vay be! Kaderin cilvesine bak! Bu 2 güzel adam sonunda yan yana!” diyorum.
Yani diyorum ki size:
“Eeey Galatasaraylı kardeşim... Galatasaray’ın şanla-şerefle dolu son 30 yılının en güzel 3 adamından 2’si şu anda senin mutluluğun için çalışıyor. Onlara köstek olma; destek ol!”

Diyelim ki bu 2 adam seni şampiyon yapamadı!
Senin hayalindeki oyuncuları alamadı!
Ne yapacaksın?
(Real Madrid maçında yaptığın gibi) takımını yarı yolda mı bırakacaksın?
İyi de kardeşim...
Galatasaraylı futbolcunun sana “iyi günde” ihtiyacı yok ki!
Şunu düşünebiliyor musun?
Kendine şunu “delikanlı gibi” sorabiliyor musun?
Takım Real Madrid gibi bir dünya devine yenilirken eve kaçanlar...
Ya Fener’in son 10 senede yaşadıklarını yaşasalar...
Sizler o zaman ne yapardınız?

Genç kardeşlerimden biri yorum yapmış:
Futbol denen şey etkili ayaklarla oynanırmış. (Hamza onu ısrarla istiyor ya;) o yüzden Niasse isimli futbolcu Galatasaray’ın aradığı golcü olamazmış!
Öyle mi?
Peki sen nerden biliyorsun?

Bakın şimdi size “güzel ve gerçek bir hikaye” anlatayım.

Ben bu 30 yıllık süreçte Arda Turan’ı da tanıdım.
Nerede bugün Arda?
Daha dün;
Barcelona’ya 5 yıllık imza attı!
Hem de 50 milyon bonservis parasına!
Bana yılı sormayın...
İstesem 2 dakikada bulurum ama...
Çok eski bir zamandan bahsetmiyorum.
Taş çatlasa 10 yıl öncesi.
Galatasaray’ın hocası Gerets!
Sen orta sahanı (mecburen) Saidou gibi, Sasa İliç gibi ekonomik futbolculara emanet etmişsin. Karşılarında da Fenerbahçeli Alex’in (en iyi hali) var!
O yetmiyormuş gibi Apiah’lar, Aurelio’lar, Tuncay’lar, en iyi yıllarını yaşayan bi dolu pahalı Fenerbahçeli futbolcular...
Sen o parasızlıkta Altan diye bir futbolcu almışsın... Hani bugün burun kıvırdığın Bilal Kısa var ya; tıpkı onun gibi (rotasyonda kullanılsın diye) kapılarını ona açmışsın. Açmak zorundasın; çünkü (yeminle söylüyorum) deplasmana gittiğin uçağın parasını ödeyemeyecek durumdasın!
Yalnız; senin açından iyi bir şey var...
Altyapı futbolcuna her zaman kapın açık...
Gerets’ten bi önceki hocan Hagi de Arda, Cafercan, Zafer, Mülayim gibi bi dolu gence kucak açmış.
A takımda değiller ama... A takımla en azından idmana çıkıyorlar.
O gençlerin en iyisi Arda’ydı...
Ama Arda da (henüz) “Barcelonalı Arda” olmamıştı!
Çünkü yolun daha çok başındaydı!

O haftaki deplasmanı hiç unutmuyorum...
Neden unutmuyorum, nerden hatırlıyorum?
Size sene söylemiyorum. Kendim de araştırma ihtiyacı duymuyorum. Ama o kadroda Altan diye bir oyuncu var!
Ben o deplasmanı “kaldığımız otelden” hatırlıyorum.
Kesinlikle Kayseri’deyiz!
Galatasaray’ın maçı; (lig tarihi boyunca) en kolay yendiği takımla...
O hafta en az 5-6 orta saha oyuncun sakat!
Öyle olunca ne oluyor?
Yedeklere gün doğuyor, gençlere gün doğuyor!
Orta sahada adam kalmamış ya; bir gazeteci olarak Arda’nın artık şans bulmasını bekliyorsun!
Çünkü Arda'yı daha PAF takımından beri takip ediyorsun!
Uçaktayız!
Açık açık söylemese de; Arda Turan’ın maç 18’inde olmak için can attığını kestirmek zor değil...
O gün oynamayacak da; ne zaman oynayacak?
Uçaktan indik; biz PAF takımıyla aynı otelde kalırdık, A takım da daha iyi bir otelde...
Baktık ki;
Arda bizim otelde!
Arda onca yoklukta;
Galatasaray’ın (bırak 11’ini;) 18’e dahi girememişti!

O gün Arda’nın “o oteldeki” halini ben bilirim!
Çünkü odalarımız karşılıklıydı.
Eşyalarımı odaya bırakınca hemen lobiye inmeyi düşündüm. Baktım Arda odasının kapısında! Arda bildiğiniz kapıyla koridor arasına çökmüş; kucağındaki laptopuyla dağılmış bir görüntü sergiliyor!
En az onun kadar ben de şok olmuştum...
Ama keyif Gerets’indi...
Kadroya almıyorsa yakasına yapışamazsın ya!
Önünden geçerken Arda’nın omzuna dokundum:
“Moralini bozma! Hemen yıkılma!”
Dedim ama...
Benim bile moralim bozulmuşken, Arda’yı nasıl teselli edebilirdim ki?
Arda o haftayı PAF takımında geçirdi ki;
Israrla söylüyorum, şayet Arda (doğru zamanda-doğru hocaya ve doğru kulübe) verilmeseydi, Arda bugün “futbolcu mezarlığında” idi!
Ama bugün dünyanın en büyük takımında!

Olayın devamı da var...
Ben şimdi Altan dedim ya...
Eminim ki aranızdan bi dolusu:
“Altan kim ulan? Galatasaray’da Altan diye bir futbolcu ne zaman oynadı?” demiştir!
Hemen çıkaramayana biraz tüyo vereyim:
Sol ayaklı, kel kafalı bir oyuncuydu. Futbolla arası çok iyi olanlar onu Adanaspor ve İstanbulspor gibi takımlardan hatırlar. 
Dediğim gibi;
Aslında Galatasaray’ın oyuncusu değildi. Ama paran yoksa mecburen Altan’a sarılıyorsun!
İşte o SOLAK Altan...
Arda Turan’ın Galatasaray takımının 18’ine bile giremediği bir maçta...
Galatasaray orta sahasının SAĞINDA oynadı!
“İyi oynadı-kötü oynadı” kısmında değilim...
Demek istiyorum ki;
Kimse anasının karnından yıldız doğmuyor!
Bugün demesi kolay tabi; çünkü o artık “Barcelonalı Arda!”
Ama Arda, o yıllarda “Galatasaray’da bile” kadroya giremiyordu!

Aklını başına alman için sana daha ne diyeyim ki genç Galatasaraylı?
Sen hala Niasse’ye tepeden bak;
Carole’ye “Bu ne len?” de...
Allah’tan Hamza olaya çok hakim ve bir takımın 11 tane Sneijder... 11 tane Podolski’den kurulamayacağını biliyor!
Çünkü bunların yönetilmesi de var!
11 tane generalinin olması ne güzel...
Ne 11’i?
Mümkünse 18 tane generalinin olması ne güzel...
Peki ya generale kim hizmet edecek?
Orduya kim yemek pişirecek?
Onu da mı Muslera yapsın?

Her zaman Popescu bulamazsın!
Her zaman Sergio Ramos bulamazsın!
Ama Hamza’ya güvenirsen...
Ama Cüneyt kaptana inanırsan...
Onlar sana “yeni Stumpflar” bulabilir!
Sorarım sana...
Son 30 yılında...
Stumpf kadar iz yapmış;
Ondan daha yürekli oynamış;
Bir savunma oyuncusu var mı aklında!
Yok!
Yoksa...
Arayacaksın!
Bazen savaşları generallerle değil;
Er’lerle kazanırsın!
Bakınız;
2014-15 Süleyman Seba sezonu.
O gün tesadüfen Hamza hocayla tesiste karşılaşmasaydı...
Seni şampiyon yapan Yasin Öztekin, o devre arasında Karabüksporlu olacaktı!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder