Dünya üzerinde Barcelona’dan büyük kulüp var mı?
Yok!
Peki Barcelona’ya 50 milyon euro bonservis parasına 5 yıllık
imza atan (Arda Turan’dan başka) Türk futbolcu var mı?
O da yok!
O zaman tam da bu yazıyı yazma zamanı!
Yaşım itibariyle Galatasaray’ın 14 sene şampiyon olamadığı
günleri bilirim.
1985’te üniversite için İstanbul’a gelmiştim; arkadaşlarım
benimle alay ediyordu:
“Galatasaraylıyım diyorsun da... Sen Galatasaray’ın
şampiyonluğunu hiç gördün mü?”
Evet; askere gidecek yaşa gelmiştim ama Galatasaray’ın
“gözümle gördüğüm” şampiyonluk sayısı sıfır’dı!
Ben İstanbul’a ayak atar atmaz Galatasaray’ın makus talihi
de değişmeye başladı. Benden değil tabi; Derwall’i Galatasaray’ın başına
getirenler yüzünden!
Nitekim Galatasaray’ın “gözümle” ilk şampiyonluğunu görmek
için de çok beklemedik.
1985-86’da namağlup 2. olarak şampiyonluğa çok
yaklaşmıştık. Ama bizi 14 sene bekleten o şampiyonluk çok uzakta değildi.
Bir
sonraki sene, 1986-87 sezonunda Galatasaray şampiyondu!
Vizeli hemşerim Tuncay Mutlu ile birlikte İstanbul’a
üniversite okumaya gelmiştik. Bi tesadüf daha, ikimiz de Kumkapı Kadırga
Öğrenci Yurdu’nda kalıyorduk. Yurt müdürümüz Aydın Albayrak o gece bizi yurtta
sanıyordu. En az benim kadar Galatasaraylı olan Tuncay’la birlikte (ertesi gün
maça giremeyiz diye) o son geceyi yurtta değil; eski açığın önünde uyuyarak geçirmiştik!
O şampiyonluk benim ilk şampiyonluğumdur!
Tesadüf bu ya; tam da o sene sonunda, (4 yıllık okulumun
daha 2. senesi biterken) gazetecilik mesleğine başladım.
O tarihten bugüne; Galatasaray’ın içinde, olayların içinde, bi
dünya tarihi an’a gazeteci olarak yakından tanıklık ettim.
Bu ruh hali anlatılamaz!
Artık bir yanın (günü geldiğinde, tuttuğun takımı çok pis
karıştıracak kadar) gazetecidir... Ama diğer bir tarafın “hala” taraftardır!
Hani o; Galatasaray’ın şampiyonluğunu göreceğim diye “stat
önünde yatacak kadar” taraftar!
Üniversite okuyan bir adam bunu yapar mı?
Galatasaray aşkı bu...
Adama her şeyi yaptırır!
Sana soruyorum Galatasaraylı...
Gördüğün en büyük kupa hangisi?
Süper Kupa değil mi?
1986-87 şampiyonluğu için stat önünde yatan ben; Monaco’da
Süper Kupa kalkarken, o kupaya 15
metre mesafedeydim!
Çünkü o muhteşem anı gazetem için fotoğraflıyordum!
Yani diyorum ki...
Ben müthiş şanslı bir Galatasaraylıyım!
Çünkü koca delikanlı olmuşum; tek 1 tane şampiyonluk
görmemişim...
Ama ondan sonraki 30 yılda olan her şeyi, “yerinde” ve
“içinde” izlemişim!
Sözü, “benim neslim” Galatasaraylısından, “bugünün genç
Galatasaraylısına” getiriyorum.
Aslında bu örneklere üzülsem mi, sevinsem mi, bilemiyorum.
Son şampiyonluk sonrası bizim Tuncay kendi çocuklarından
örnek veriyor.
“Oğlum daha küçücük... Ama şu, şu, şu kupaları gördü” diyor.
Kıyaslıyorsun;
110 yıllık Beşiktaş, bizim Tuncay’ın küçücük çocukları kadar
şampiyonluk görmemiş!
Yani Galatasaray buralara geldi!
Haliyle;
Galatasaraylı da çok değişti!
Bugün iki çeşit Galatasaraylı var.
1- Yaşı
45-50 arası değişen, bir Galatasaray şampiyonluğunu görmek için tam 14 yıl
bekleyebilen, ama 14 yıl beklerken de Galatasaray’a tek bir an küsmeyen
Galatasaraylılar...
2- Doğar
doğmaz Galatasaray şampiyonlukları gören, ama bu yüzden de başarısızlığa asla
tahammülü olmayan, yaşları 10-25 arası olan genç Galatasaraylılar...
Küçük kızım 95 doğumlu...
Kupalar sanki onun doğmasını
bekliyormuş!
96-2000 arası ‘4 sene üst üste’yi
görmüş...
UEFA’yı, Süper Kupa’yı görmüş...
Diğerlerini saymıyorum bile!
Çünkü şu son 4 senenin 3’ünde de gene
Galatasaray şampiyon olmuş!
Geçenlerde Beşiktaşlı bir arkadaş
anlatıyor:
“Beşiktaşlı yetiştirmeye
çalıştığım oğlum geldi, bana dedi ki: ‘Baba, ben hem Galatasaray’ı, hem
Beşiktaş’ı tutabilir miyim?’ Çok kızmış gibi yaparak; ‘Olmaz öyle şey’ dedim.
Ama oğluma da hak verdim. Çünkü çocuk ne zaman televizyonu açsa sürekli sevinen
Galatasaraylılar görüyor!”
Biliyorum; “sadede gel”
diyorsunuz.
Aslında bunlar güzel şeyler...
Ama genç Galatasaraylıyı da
“doyumsuz” eden şeyler!
Galatasaray’ı yöneten beyinlere
sesleniyorum:
Sizin en büyük derdiniz
parasızlık falan değil!
Siz;
Benim neslimle,
Bugünün genç
Galatasaraylısını buluşturmak zorundasınız!
Siz; bizi aynı potada
eritemediğiniz sürece, sizi çok zor günler bekliyor!
Zaten bunu bugün fazlasıyla
yaşıyorsunuz... Transferde çok ağır hareket ettiğinizi düşünen genç Galatasaraylılar,
twitter kanalıyla size resmen kırbaç vuruyor!
Biz yapmayız!
Ama genç Galatasaraylılar affetmiyor!
Bugünün genç Galatasaraylısına
çok can alıcı bir örnek vermek istiyorum.
2 sene önce, sabaha karşı, (2014 Miami Heat- San Antonio) NBA final maçını izliyorum. Maçın son saniyelerine girilmişti ve Lebron James’in
takımı evinde şampiyonluğu kaybetmek üzereydi. “Artık iş bitti” diye ben de yatağın
yolunu tutmak üzereydim. Sadece ben mi? Benim gibi düşünen Miami Heat
taraftarları da salonu terk etmeye başlamıştı.
O arada inanılmaz bir şey oldu...
Serbest atışların ikisini de kaçıran San Antonio maçı zora sokmuştu. Olmaz denen şey oldu ve ölü dirildi!
Lebron’un arkadaşları o maçı önce
uzatmaya taşıdı. Uzatmayı da kazanarak, seriye son maça taşıdı.
Düşünün...
Bir NBA finali oynanıyordu...
Miami sahada şampiyonluk
mücadelesi veriyordu ama; o sırada bi dolu Miami taraftarı maçın uzatmaya
kaldığını bindikleri takside ya da metroda öğreniyordu!
Drama bakar mısınız?
Derken son maçın hazırlıkları
başlar...
Lebron basın önüne çıkar ve kendi
taraftarına (!) o inanılmaz meydan okumayı yapar:
“Bana bakın... Sizler kendinizi
çok iyi biliyorsunuz! Hani biz o gece salonda canımızı dişimize takarken bizi
terk eden sizler var ya... İşte onlar, bizim son maçımıza da gelmesinler; (alırsak)
bizimle kupa kutlamasına da katılmasınlar!”
Lebron büyük oyuncudur ve
taraftarına bu kadar dik konuşmayı ancak büyük yıldızlar yapabilir.
Ve o kupayı...
Geriden gelmenin moraliyle,
mucizeyi başarmanın moraliyle Lebron ve arkadaşları kazandı!
Belki ağır olacak ama...
Lebron ve arkadaşları o kupayı ne
yapmıştı?
Hani maç sırasında salonu terk
eden Miamililer var ya; işte onların resmen kıçına sokmuştu!
Kimse kusura bakmasın; bu işin
başka tarifi yok!
Miamili basketbolcular;
O seneki NBA şampiyonluk kupasını
Miamili taraftarların kıçına sokmuştu!
Bir taraftar için, bundan daha
büyük bir ayıp olamaz!
Şimdi konuyu başka bir drama
getiriyorum.
Hani yukarda bahsettiğim 95
doğumlu kızım Esra var ya; son zamanlarda onunla sıkça maça gider olmuştuk. 93
doğumlu kızım Ece’nin pek futbolla ilgisi yoktu. Ama Esra belli çok fanatik
Galatasaraylı olacaktı! Kızım böyle Galatasaray sevdalısı olacak da, ben onun
önünü keser miyim?
Ne zaman fırsat olsa:
“Haydi Esra maça... Galatasaray
bizi bekler!”
Ben gazeteciyim. Maça gitmek için
TSYD görevlisine bir telefon açmam, bir mail yazmam yeter.
Ama 25 sene arkadaş; aralıksız 25
sene...
Sabah idman, akşam maç...
Eskiden Cumartesi-Pazar idi
maç...
Ama sonraları Pazartesi maç...
Salı maç, Çarşamba, Perşembe,
Cuma...
Her gün maç!
O yüzden de futbol bana bir ara
hiç cazip gelmez oldu. Bazen kafamı çevirdiğimde ekranda maç görürdüm. Top ceza
sahası içindeyse ilgimi çekerdi de; orta sahada ise kusacak gibi olduğumu
hissederdim!
Yani...
Bana kalsa ben gene gitmezdim
ama... Esra Galatasaray’a yürekten sevdalı olsun diye onu hep maça götürmeye
gayret ederdim.
O gece İstanbul’da (ilk)
Şampiyonlar Ligi maçı var...
Maç da Real Madrid’le...
Basın tribününde benim yerim
hazır...
Ama oraya Esra ile giremem!
Şansımıza da 2 tane maç bileti
bulmuşuz...
Lig maçına çok gitmiştik ama;
Esra bir Şampiyonlar Ligi maçını görmeyi çok istiyordu.
O maça gittik...
Ama gitmez olaydık!
“Gitmez olaydık” demem de maçın
skoru yüzünden!
Doğru tahmin ettiniz; hani kendi
sahamızda 6-1 yenildiğimiz bir maç var ya, işte o maçtan bahsediyorum!
Aslında o maç 6-1 bitecek maç
değildi. Oyunun başında Real Madrid’i ezdiğimiz anlar olmuştu. Ama o kahrolası
golü sen atamayınca, mutlaka onlar sana atıyor!
O gece Real Madrid’den 6 gol
yemek çok acı gelmişti. En çok da Esra için üzülmüştüm. Çünkü ne zamandır;
“Hadi be baba... Bi tane de
Şampiyonlar Ligi maçına gidelim” diye başımın etini yiyordu. Gittik işte; ne
oldu?
Adamlar bize yarım düzine çakmıştı!
Ama...
Buna rağmen o gece beni daha
derinden yaralayan bir şey vardı.
Maç 0-1 olmuştu; stadın epey bir
bölümü homurdanmaya başlamıştı. O geceki takım bir Fatih Terim takımıydı ama;
taraftar garip bir şekilde teslim olmaya çok hazırdı.
Belki beraberliği buluruz diye bekliyordum
ama; taaak diye 2. golü de yemeyelim mi?
İşte o anda Galatasaray adına
içim parçalandı!
Stadın yarıya yakını “Lanet olsun
lan size!” diyerek koltukları boşaltmaya başladı!
Ondan sonrası tam bir işkenceydi.
Sen moralman çöküyorsun ya...
Real Madridliler de tam aksi;
adeta kanat takıp uçuyordu!
Hiç unutmuyorum; Christiano
Ronaldo orta sahanın sol taç çizgisi dibinden topu almıştı... Yani kaleye daha
bi dünya var... Ama herifin gidişine bakamayıp kafamı başka yöne çeviriyordum!
Çünkü bizimkiler adeta ona koridor açıyor; o da o aradan adeta uçak gibi
kayıyordu.
Bilmem beni o hallerde
gördüğünden mi; yoksa tribündeki korkak tavuklara bakıp “onlarla aynı nesilden”
olduğundan mı?
Esra da bana demesin mi?
“Hadi biz de çıkalım baba!”
Esra’ya dik dik baktım ve:
“Otur oraya” dedim...
“Çıkmak yok!”
“Şayet Galatasaray’ın bu
hallerine tahammül edemezsen, Galatasaray’ın zafer dolu günlerine eşlik etme
hakkın da olmaz!”
Oturduk ve seyrettik...
O çileye; “sonuna kadar”
katlandık!
Meslekten kalma alışkanlık mı; bilmiyorum...
Ama ben üniversiteye geldiğim
yıllardan da bilirim... Benim için bir maçta izlenecek şeyler hakemin 90. dakika
bitiş düdüğüyle başlar. Onları izlemeden hiçbir maçtan ayrılmam. O anlardan yazılacak çok şey çıkar, bi dahaki maça ders çıkarılacak çok şey çıkar.
Ben böyle gördüm, böyle
bilirim...
Lakin genç Galatasaraylı
kardeşim;
SEN ÖYLE DEĞİLSİN AMA...
“Benim devrimin bütün
Galatasaraylıları da” öyledir!
Benim devrimin Galatasaraylısı; Galatasaray’ını
“olay anında” SATMAZ!
Maç bitmeden; o tribünleri
BOŞALTMAZ!
Galatasaray’ı yöneten beyinlere
anlatmaya çalıştığım sıkıntı bu...
Bir nesil aslan gibi
Galatasaraylı...
Ama “genç Galatasaraylılar” var
ya...
Lastik patlatmaya;
Takımı yarı yolda bırakmaya
dünden hazırlar!
Çünkü onlar Galatasaray’ın kötü
halini hiç bilmiyorlar ve en ufak bir başarısızlığa bile tahammül edemiyorlar!
Facebook’a geldiğimden bu yana
10’larca Galatasaraylı gruptan “üyemiz ol, aramıza katıl” diye davet aldım.
O gruplarda biliyorum ki; bugün profesyonel
gazeteci geçinen birçok adamı 5 defa cebinden çıkartacak dolulukta adam var!
Ama bazıları da çok boş ve çok
ukala...
Dolusu sana yazı yazman için bi
dünya malzeme veriyor ama... Sırf o boş tenekelerle yüz göz olmamak adına o
grupların hepsine teşekkür ederek (24 saat üyeleri kalıp) çıktım.
Ama şimdi pişmanım!
Keşke kalsaymışım; keşke genç
Galatasaraylıya yanlışlarını anlatsaymışım!
O ilk günlerde, bir gazeteciyle
taraftarın birbirinden ayrılmasını savunurdum. Hoş; Galatasaray’ın ve
Galatasaraylının canını yakacak şeyler de yazıyordum ama; gene de bir gazeteci
olarak o gruplardan uzak durmam lazım gibi geliyordu. Ama ne zamanki Fenerbahçe
medyasının 3 Temmuz’daki “hallerini” gördüm, işte o zaman boşuna hassasiyet
gösterdiğimi anladım.
Gördüm ki; Şansal Büyüka ve onun
Milliyet’inde yetişen, ( o güne kadar benim harbi gazeteci sandığım) bi dünya
gazeteci paso “Fener amigoluğu”na oynuyor; işte o zaman bana da; “Madem öyle...
Bundan sonra böyle” demesi kalıyor!
Geçen akşam bir Galatasaraylı
gruba üye yapılmışım.
Özel mesaj kutuma da;
“Bize yazdıklarını genç
Galatasaraylı arkadaşlara da anlatır mısın?” diye not düşülmüş. İlk okuduğumda
tavrım aynıydı; “24 saate ben buradan uzarım” diyordum. Ama hem o sayfada, hem
de son günlerde sosyal medyanın twitter ayağında öyle inanılmaz şeyler
okuyordum ki; Galatasaraylı adına üzülüyordum.
O gruptan hala çıkmadım... Çünkü
onlara anlatacak çok şeyim var!
Daha da önemlisi...
Eskiden beni davet eden tüm
Galatasaraylı gruplara;
Sonuna kadar varım!
Fenerbahçe önüne geleni, hem de
çok büyük bonservis bedelleri ödeyerek alıyor ya...
Genç Galatasaraylılar da taze
başkan Dursun Özbek’ten aynı şeyi istiyor!
Fenerbahçe o tip transferleri
kaldırır...
Ama Galatasaray Fenerbahçe gibi
olmaz!
Olamaz!
Ve olmamalı da!
Başkana yüklenen ayrı, Cüneyt
Tanman’a yüklenen ayrı, takımı daha geçen ay şampiyon yapmış Hamza Hamzaoğlu'na yüklenen
ayrı...
Bak sevgili Galatasaraylı (genç)
kardeşim...
Senin Galatasarayının son 30
yılına, gözlerimle şahit oldum. O anları fotoğraflarla ölümsüzleştirdim.
Ben...
Senin gazetede okuduğun...
Televizyondan izlediğin
olayların...
İÇİNDEYDİM!
Bak; kulağını iyi aç ve beni iyi
dinle!
O başarılarla dolu 30 yıl var
ya...
İşte onu (kendi hayat hikayemi de
içine katarak) bir kitap haline getirdim. O kitabı “dilediğim anda” basarım. Konu
o değil! O kitapta ne yaptım biliyor musun?
Bir sayfa ayırdım ve...
Son 30 yılda tanıdığım
Galatasaraylı futbolcuların ŞEREF KÜRSÜSÜ’nü yaptım.
Yani altın madalya şu; gümüş
madalya şu, bronz madalya şu diye...
Bana 1.’yi sorma...
Çünkü söylemem!
Ama ikinci ve üçüncü kim; biliyor
musun?
Biri Cüneyt Tanman...
Diğeri Hamza Hamzaoğlu!
Siz şimdi Avusturya’daki kamp
haberlerini başka bir gözle izliyorsunuz... Belki de transferde ağır kalıyorlar
diye hem Cüneyt kaptana, hem de Hamza Hamzaoğlu’na çok fena gıcık kapıyorsunuz.
Ama ben öyle bakmıyorum...
Ben;
“Vay be! Kaderin cilvesine bak!
Bu 2 güzel adam sonunda yan yana!” diyorum.
Yani diyorum ki size:
“Eeey Galatasaraylı kardeşim...
Galatasaray’ın şanla-şerefle dolu son 30 yılının en güzel 3 adamından 2’si şu
anda senin mutluluğun için çalışıyor. Onlara köstek olma; destek ol!”
Diyelim ki bu 2 adam seni
şampiyon yapamadı!
Senin hayalindeki oyuncuları
alamadı!
Ne yapacaksın?
(Real Madrid maçında yaptığın gibi)
takımını yarı yolda mı bırakacaksın?
İyi de kardeşim...
Galatasaraylı futbolcunun sana
“iyi günde” ihtiyacı yok ki!
Şunu düşünebiliyor musun?
Kendine şunu “delikanlı gibi” sorabiliyor musun?
Takım Real Madrid gibi bir dünya
devine yenilirken eve kaçanlar...
Ya Fener’in son 10 senede
yaşadıklarını yaşasalar...
Sizler o zaman ne yapardınız?
Genç kardeşlerimden biri yorum
yapmış:
Futbol denen şey etkili ayaklarla
oynanırmış. (Hamza onu ısrarla istiyor ya;) o yüzden Niasse isimli futbolcu
Galatasaray’ın aradığı golcü olamazmış!
Öyle mi?
Peki sen nerden biliyorsun?
Bakın şimdi size “güzel ve gerçek
bir hikaye” anlatayım.
Ben bu 30 yıllık süreçte Arda
Turan’ı da tanıdım.
Nerede bugün Arda?
Daha dün;
Barcelona’ya 5 yıllık imza attı!
Hem de 50 milyon bonservis
parasına!
Bana yılı sormayın...
İstesem 2 dakikada bulurum ama...
Çok eski bir zamandan
bahsetmiyorum.
Taş çatlasa 10 yıl öncesi.
Galatasaray’ın hocası Gerets!
Sen orta sahanı (mecburen) Saidou
gibi, Sasa İliç gibi ekonomik futbolculara emanet etmişsin. Karşılarında da
Fenerbahçeli Alex’in (en iyi hali) var!
O yetmiyormuş gibi Apiah’lar,
Aurelio’lar, Tuncay’lar, en iyi yıllarını yaşayan bi dolu pahalı Fenerbahçeli futbolcular...
Sen o parasızlıkta Altan diye bir
futbolcu almışsın... Hani bugün burun kıvırdığın Bilal Kısa var ya; tıpkı onun
gibi (rotasyonda kullanılsın diye) kapılarını ona açmışsın. Açmak zorundasın;
çünkü (yeminle söylüyorum) deplasmana gittiğin uçağın parasını ödeyemeyecek
durumdasın!
Yalnız; senin açından iyi bir şey
var...
Altyapı futbolcuna her zaman
kapın açık...
Gerets’ten bi önceki hocan Hagi de
Arda, Cafercan, Zafer, Mülayim gibi bi dolu gence kucak açmış.
A takımda değiller ama... A
takımla en azından idmana çıkıyorlar.
O gençlerin en iyisi Arda’ydı...
Ama Arda da (henüz) “Barcelonalı
Arda” olmamıştı!
Çünkü yolun daha çok başındaydı!
O haftaki deplasmanı hiç
unutmuyorum...
Neden unutmuyorum, nerden hatırlıyorum?
Size sene söylemiyorum. Kendim de
araştırma ihtiyacı duymuyorum. Ama o kadroda Altan diye bir oyuncu var!
Ben o deplasmanı “kaldığımız
otelden” hatırlıyorum.
Kesinlikle Kayseri’deyiz!
Galatasaray’ın maçı; (lig tarihi
boyunca) en kolay yendiği takımla...
O hafta en az 5-6 orta saha
oyuncun sakat!
Öyle olunca ne oluyor?
Yedeklere
gün doğuyor, gençlere gün doğuyor!
Orta sahada adam kalmamış ya; bir
gazeteci olarak Arda’nın artık şans bulmasını bekliyorsun!
Çünkü Arda'yı daha PAF takımından beri takip ediyorsun!
Uçaktayız!
Açık açık söylemese de; Arda Turan’ın maç
18’inde olmak için can attığını kestirmek zor değil...
O gün oynamayacak da; ne zaman
oynayacak?
Uçaktan indik; biz PAF takımıyla
aynı otelde kalırdık, A takım da daha iyi bir otelde...
Baktık ki;
Arda bizim otelde!
Arda onca yoklukta;
Galatasaray’ın (bırak 11’ini;) 18’e dahi
girememişti!
O gün Arda’nın “o oteldeki”
halini ben bilirim!
Çünkü odalarımız karşılıklıydı.
Eşyalarımı odaya bırakınca hemen
lobiye inmeyi düşündüm. Baktım Arda odasının kapısında! Arda bildiğiniz kapıyla
koridor arasına çökmüş; kucağındaki laptopuyla dağılmış bir görüntü sergiliyor!
En az onun kadar ben de şok
olmuştum...
Ama keyif Gerets’indi...
Kadroya almıyorsa yakasına
yapışamazsın ya!
Önünden geçerken Arda’nın omzuna
dokundum:
“Moralini bozma! Hemen yıkılma!”
Dedim ama...
Benim bile moralim bozulmuşken,
Arda’yı nasıl teselli edebilirdim ki?
Arda o haftayı PAF takımında
geçirdi ki;
Israrla söylüyorum, şayet Arda
(doğru zamanda-doğru hocaya ve doğru kulübe) verilmeseydi, Arda bugün “futbolcu
mezarlığında” idi!
Ama bugün dünyanın en büyük takımında!
Olayın devamı da var...
Ben şimdi Altan dedim ya...
Eminim ki aranızdan bi dolusu:
“Altan kim ulan? Galatasaray’da
Altan diye bir futbolcu ne zaman oynadı?” demiştir!
Hemen çıkaramayana biraz tüyo
vereyim:
Sol ayaklı, kel kafalı bir
oyuncuydu. Futbolla arası çok iyi olanlar onu Adanaspor ve İstanbulspor gibi
takımlardan hatırlar.
Dediğim gibi;
Aslında Galatasaray’ın oyuncusu
değildi. Ama paran yoksa mecburen Altan’a sarılıyorsun!
İşte o SOLAK Altan...
Arda Turan’ın Galatasaray
takımının 18’ine bile giremediği bir maçta...
Galatasaray orta sahasının
SAĞINDA oynadı!
“İyi oynadı-kötü oynadı” kısmında
değilim...
Demek istiyorum ki;
Kimse anasının karnından yıldız
doğmuyor!
Bugün demesi kolay tabi; çünkü o
artık “Barcelonalı Arda!”
Ama Arda, o yıllarda “Galatasaray’da
bile” kadroya giremiyordu!
Aklını başına alman için sana
daha ne diyeyim ki genç Galatasaraylı?
Sen hala Niasse’ye tepeden bak;
Carole’ye “Bu ne len?” de...
Allah’tan Hamza olaya çok hakim
ve bir takımın 11 tane Sneijder... 11 tane Podolski’den kurulamayacağını
biliyor!
Çünkü bunların yönetilmesi de
var!
11 tane generalinin olması ne
güzel...
Ne 11’i?
Mümkünse 18 tane generalinin
olması ne güzel...
Peki ya generale kim hizmet
edecek?
Orduya kim yemek pişirecek?
Onu da mı Muslera yapsın?
Her zaman Popescu bulamazsın!
Her zaman Sergio Ramos
bulamazsın!
Ama Hamza’ya güvenirsen...
Ama Cüneyt kaptana inanırsan...
Onlar sana “yeni Stumpflar”
bulabilir!
Sorarım sana...
Son 30 yılında...
Stumpf kadar iz yapmış;
Ondan daha yürekli oynamış;
Bir savunma oyuncusu var mı
aklında!
Yok!
Yoksa...
Arayacaksın!
Bazen savaşları generallerle
değil;
Er’lerle kazanırsın!
Bakınız;
2014-15 Süleyman Seba sezonu.
O gün tesadüfen Hamza hocayla
tesiste karşılaşmasaydı...
Seni şampiyon yapan Yasin
Öztekin, o devre arasında Karabüksporlu olacaktı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder