30 Haziran 2015 Salı

FUTBOL ASLA SADECE VE SADECE FUTBOL DEĞİLDİR!


Farkında mısınız; şu aşağıda yazacaklarımızın hepsi son 1 sene içinde oldu ve bunların hepsini bize “futbol diye”, “Süper Lig diye” itelediler!

--- Fenerbahçe mutsuzdu... Fenerbahçe gergindi... Başkası zaman olsa anlaşılırdı da... Fenerbahçe şampiyonluk gecesinde bile sevinmeyi beceremiyordu. Fenerli taraftarlar; (içinde Sarı-Kırmızı ürün var diye) kapalı olmasına rağmen GS store yakarken, Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım da (Alex’e tezahürat yapıyorlar diye) açık tribündeki taraftarlara “Paralı köpekler” diye fırça atıyordu! Fenerbahçe; adeta camia olarak “ruh hastası” olmuştu!

--- En büyük rakip Galatasaray’la aralar iyice gerilmişti. Bu gerginlik salonlara bile yansımıştı. 3-3 devam eden basketbol finalinde Galatasaray 7. maça çıkmadı! Galatasaray bunun gerekçesini “can güvenliği” olarak açıklasa da; asıl sebebin (3Temmuz tapelerinde isimleri sıkça geçen basketbol hakemlerinin) finalin son maçına “ısrarla” atanmaya çalışılması idi. Yani Galatasaray’a göre; TBF Başkanı Turgay Demirel Fenerbahçeli yöneticilerle birlikte “fırıldak çeviriyor” idi! Onlar şampiyona çoktan karar vermiş idi!

--- Devletin polisine “Bizi hangi hakla teknik takibe alıyorsun arkadaş?” diyen Fenerbahçe’de takımı daha Nisan’da şampiyon yapan Ersun Yanal kovuldu! “Devlet tapesi”nden en çok şikayet eden Fenerbahçe’de “yasadışı teknik takiple hoca kafası kopartılması” rakip taraftarlarca “oldukça manidar” bulundu!

--- Olayın içinde birçok Fenerbahçeli (kocabaş) futbolcunun dahli olduğu konuşuldu. Suç 2 aşamalıydı; 1- ses kaydı yapılması, 2- ses kaydının internette paylaşılması. Bu işi yaptıranın kim olduğunu aşağı yukarı herkes tahmin etse de; “resmi fail” hala muamma!

--- Tıpkı geçmişte Mustafa Denizli’de olduğu gibi Ersun Yanal’ın da “Takımı ben şampiyon yaptım” böbürlenmesi kursağında kaldı. Aziz Yıldırım “Nah sen yaptın?” diye başladı; sözlerine şöyle devam etti: “Sana kalsa idman saatlerimiz orospulara göre düzenleniyordu!”
Demedi ama; onu demeye getirdi:
“Bu takım şampiyon oluyorsa benim sayemdedir. Olmuyorsa, o zaman suç hocalarındır!”

--- “Değişen” hocaların “değişmez” yardımcısı İsmail Kartal yeni teknik direktör yapıldı. Aziz Yıldırım ilk gün “Başarı onun, başarısızlık benimdir” dedi. İşte ilk kez o gün; en amigo Fener yazarları bile:
“Yoksa Fenerbahçe’nin gerçek teknik direktörü Aziz Yıldırım mı? Bizim teknik direktör sandıklarımız sadece bir beden eğitimi hocası mı?” demeye başladı.

--- Uzun bir aradan sonra ilk kez Fenerbahçe formasına reklam alamadı! O reklamsız formanın tanıtımına (Mahmut Uslu ile birlikte) Aziz Yıldırım çıkmıştı. Yıldırım; reklamsız çubuklu ile adeta “Bu tablo benim eserim!” diye bağırıyordu!
Tabi anlayana... Tabi gözü görmek isteyene!
Trabzon o günlerde “şike anıtı” yapmayı tartışıyordu. Oysaki “şike anıtı” kendiliğinden kurulmuştu! O “reklamsız” Fenerbahçe formasından daha ala şike anıtı mı olurdu!

--- Sahaya çıkıldı... Ersun Yanal’ın bilgisayarına burun kıvıran Fenerbahçe’de yeni hedef şampiyonluğa Mart’ın ortasında ulaşmak idi. Nisan’da olunuyor ise... Mart’ta neden olunmasındı?
İlk sınav Süper Kupa’da Galatasaray’la idi. Fenerbahçe’nin “Ayı” lakaplı kalecisi Volkan Demirel penaltı kaçıran Galatasaraylı Melo’nun (sevinçten) üzerine atladı! Hızını alamayan Volkan, maçtan sonra İBB yetkililerine seslendi:
“Başıboş köpekleri itlaf edin... O işi de bana havale etmeyin!”
Daha o maçta görülmüştü ki; Türk futbolseverleri çok renkli bir 4. yıldız mücadelesi bekliyor idi!

--- Fenerbahçe-Trabzon maçları “normal bitebilsin diye” fikstür özenle ayarlandı. Böylece Trabzonspor ile Fenerbahçe’nin daha ligin başında oynamaları sağlandı. Trabzonsporlu taraftarlar “bu yolla” dizginlenmeye çalışıldı! Yoksa Trabzonsporlular iflah olmayacak gibi idi!

--- Sonu “Nisan’da şampiyonluk” olarak biten bir önceki sezonda olduğu gibi Fenerbahçe’nin yeni sezonda da hakemlerle arası çok iyi idi! Fenerbahçe’nin en centilmen futbolcularından biri olarak bilinen Gökhan Gönül, (penaltıyla alakası olmadığını çok iyi bilmesine rağmen) pozisyona penaltı çalan hakemin göğsünü sıvazlıyordu! Görülen o ki; “yeni Fenerbahçe’de” en centilmen futbolcu bile haram puana “Hayır” demiyor idi!

--- Birileri ısrarla “O iş kapandı” dese de, şike davası hala kapanmamıştı. Galiba Ünal Aysal “değiştirilmedikçe” kapanmayacaktı da! Nitekim Fenerbahçe; resmi internet sitesinden yaptığı açıklamalarda (Galatasaray’a ithafen) “Biz sizi değiştiririz” demekte beis görmüyordu! AKP nasılsa “Hükümetimiz” ilan edilmişti. Yoksa Dolmabahçe’de yapılan taktik toplantılar hayata mı geçirilmiş idi?

--- Galatasaray başkanı Ünal Aysal Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım’ın “normal bir ülkede” asla sporun içinde olamayacağını ilan etmişti. Yetmemiş; kafaya koyduktan sonra herkesin Aziz Yıldırım’la aynı yoldan yürüyebileceğini göstermişti. Dekor hazırdı; çünkü o hafta Galatasaray-Fenerbahçe maçı vardı. Aysal; durduk yerde, ülkenin en iyi hakemini “şaibeli” ilan etmiş idi!

--- Hakem Cüneyt Çakır’ı daha ilk düdüğü çalmadan “şaibeli” ilan eden Galatasaray bu sözün karşılığı aldı. Çünkü Galatasaray Cüneyt Çakır’ın yönettiği bir Fenerbahçe (lig) maçını “ilk kez” kazanmıştı!
(Maç sonrası Cüneyt Çakır’a çamur atma işi bu kez Aziz Yıldırım’da idi. Çakır’ı “kötü hakem” olarak niteleyen Yıldırım’ın bu tavrının Kadıköy’deki rövanşa yönelik olduğunu futbolun içindeki herkes biliyordu. Çünkü Yıldırım o maçı da Cüneyt Çakır’ın yöneteceğini adı gibi biliyordu! Aziz Yıldırım “çalışmaya” daha o maç biter bitmez başlamış idi!)

--- Prandelli ile yoluna ağır aksak devam eden Galatasaray Sneijder’in “bir sağa bir sola” 2 füzesi ile Fenerbahçe maçını kazandı. O gollere çaresiz kalan Volkan Demirel’i mutlaka zor günler bekliyordu. O goller gösterdi ki; Volkan ya uçamıyordu... Ya da uçtuğu yerden kalkamıyordu!
Aysal’ın maçtan önce “şaibeli” ilan ettiği Cüneyt Çakır (ve arkadaşları) körün bile göreceği bir topa taç çalmayarak Fenerbahçe’nin 1 gol atmasına vesile oldular. Böylelikle ‘Alves atıldı diye’ Fenerliler; ‘taçtan gol yediler diye’ Galatasaraylılar ağlamaklı idi!

--- Türk futbolunda rezalet diz boyu olunca (o günlerde öldü diye) Süleyman Seba’nın adı lige verildi. Şikeydi, sportif terördü derken; bir de işin içine Passolig girince tribünler parmakla sayılacak kadar adama oynanmaya başlandı. Onca hay-huy arasında Fenerbahçe ile Galatasaray’ın (şampiyon olursa) 4. yıldıza ulaşıyor olması bile taraftarları stada döndüremiyor idi!

--- Olimpiyat Stadı’nda oynanan Beşiktaş-Fenerbahçe maçında kaptan Emre Belözoğlu Beşiktaş teknik direktörüne sinkaflı küfür ediyordu. Suç gayet aleni ortada olmasına rağmen Emre ceza almıyordu. O maçın gerginliği maçtan sonra yöneticilere bile sirayet ediyordu. Aziz Yıldırım belki de en stratejik hatasını o günlerde yapıyordu. Çünkü futboldan hiç anlamayanlar bile biliyordu ki; şayet Fenerbahçe hakemlerce itelenmeseydi daha ilk yarı sonunda yarıştan kopardı! Ama TFF böyle bir şeyi “asla” göze alamazdı. Onu da bırak; “sanki elle ayarlanmış gibi” işin içine Beşiktaş da katılmıştı! Bir sonraki maçını nerede oynayacağını bilemeyecek kadar “statsız” olan Beşiktaş, her çıktığı maçı kazanıyordu. Bu da (uzun yıllardan sonra ilk kez) Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ı “at başı” bir yarışa sokuyordu. Hala neyin alışverişindeyse; Aziz Yıldırım Fikret Orman’a:
“O kupa hala müzendeyse bu benim sayemde! Ben yattım... Benim yönetici arkadaşlarım da yattı... Beşiktaşlı Serdal Adalı da yattı... Ama Serdal’ın başkanı neden hapiste yatmadı?” diyerek TFF Başkanı Yıldırım Demirören’e ateş ediyordu!
Aziz Yıldırım’ın “O neden hapiste yatmadı?” dediği Yıldırım Demirören “Fenerbahçesini kurtarmak için” bütün sülalesine küfür ettirmeyi göze almıştı. Fenerbahçe başkanının bunu bilmiyor olması imkansız idi!

--- Galatasaray’ın TT Arena’sında bir milli maç vardı. Kalede Volkan Demirel oynayacaktı. Volkan kaleci hocasıyla birlikte ısınmaya diye kaleye geçiyordu. Volkan o kalede Sneijder’den bir sağa bir sola 2 gol yemişti. O kaleyi de, bu stadı da sevmiyordu! Ama o ne? Milli maça gelmişti ama... Kendi taraftarları Volkan Demirel’e dayanamayacağı kadar ağır küfürler ediyordu! Volkan kaleye geçmekten vazgeçti; stadı da terk etti! Oysaki bırak küfürü... O statta, o kalede, yanına koca viski şişesi düşmüştü de; stadı terk etmek aklının ucundan bile geçmemişti! Kim bilir; belki Volkan o küfürlerden önce (3-4 gün evvel) asıl kendi stadındaki Brezilya maçındaki küfürlere bozulmuştu da; tepki göstermesi TT Arena’ya kalmıştı. Ama kulüp yetkilileri “ceza alırsın” diye uyarınca Emre Belözoğlu ile birlikte geri dönmüştü. Maç çıkışı tüm bu yaşananların gerginliğinden olsa gerek; Volkan ve Emre’yi koruyan Fenerbahçeli body-guard’lar foto muhabirlerini “öldüresiye” dövmüştü. O kadar ki; yerde tekmeleneni bile vardı. Volkan Demirel Fatih Terim’in de sahip çıkmasıyla ceza almadı. Ama o gün bugündür Türk polisi ayakta! Stadın tüm kamera kayıtlarından Volkan’a “koro halinde” küfür edenler aranıyor... Ama yok! Küfür işi sadece 1 kişinin üzerine kalmış durumda! Haliyle Galatasaraylılar statlarıyla gurur duyuyor... Çünkü öyle akustik bir statları var ki; tek 1 kişinin küfürü “koro halinde edilmiş gibi” gelebiliyor! Kim bilir; belki de Volkan Demirel’in ruh halindeydi sorun... Ruh hali dengeli bir adam penaltı kaçıran rakibinin üzerine neden atlasın ki! Volkan işareti daha sezon başında vermişti...Ama görmesi gerekenler görememiş idi!

--- Zorunlu oyuncu değişiklikleri gelmeye başladı! Galatasaray’da Ünal Aysal çıktı; yerine Duygun Yarsuvat girdi. TFF’nin MHK’sinde Zekeriya Alp çıktı; yerine (bizim İlyas abinin kardeşi) Yusuf Namoğlu girdi! Haa unutmadan... Prandelli çıkmış; yerine Akhisar Köftecisi Ramiz’de staj yapan Hamzaoğlu Hamza girmiş idi!

--- Oyuna yeni girenlerden Duygun Yarsuvat inanılmaz laflar ediyordu. Sanki o da Yıldırım Demirören gibi “Fenerbahçesini kurtarmaya” oynuyordu! Duygun başkan nedense (!) konuşmak için Yıldırım Demirören’in gazetesini seçiyordu. Duygun başkan oyuna girer girmez Galatasaray’a Maliye’den ağır bir ceza verilmiş. O ceza ile de Galatasaray’a “Saray’a geeel” çekilmiş idi!

--- Herkes el birliği etmiş; bi yandan da Aziz Yıldırım’ı o ilkel yöneticilik anlayışından çevirmeye çalışıyordu. “Sadece ben yaparım sanma... Senin yaptığını biz de yaparız! Hem de en alasını yaparız!” diyordu. O ara ligin 2. yarısı başlamış; Fenerbahçe-Trabzon ile oynayacaktı. MHK başkanı Yusuf Namoğlu maça hakem Bülent Yıldırım’ı atamış. Geçmişte oynanan 6 Trabzon-Fener maçından Trabzonspor’un 1 puan bile alamadığını gören İbrahim Hacıosmanoğlu telefona sarılmış:
“Hocam... Sana saygım sonsuz... Maça çık; maçını adam gibi yönet! Ama bu maçta da puan alamazsak çıranı yakarız!” demiş.
İşte o maçta da Trabzonspor; (Bülent Yıldırım’ın yönettiği bir Fener maçından) ilk kez puan almış! Ortada 3 puan varmış; Trabzon’a artı 1, Fenerbahçe’ye eksi 2 yazmış. Galiba ligin seyri; “o maçtan sonra” değişmeye başlamış!

--- Habur Mahkemesi gibi bir mahkeme kurulmuş! Teröristin ayağına giden hakim sormuş ya; “Yaptıklarından pişman mısın?”
Terörist cevap vermiş:
“Ne pişman olacağım? Gene olsun gene yaparım!” demiş.
Hakim pişkin pişkin:
“Pişmansın pişmansın... Ama bence bunun farkında değilsin!”
O mahkemede öyleymiş! Öylesi tarihte görülmemiş!
Bi önceki mahkeme karar veriyor:
“Kumpas yok; deliller sağlam!”
Ama buna rağmen Aziz Yıldırım’a “sırf Fenerbahçeli diye” yeniden yargılanma imkanı verilmiş.
Fenerbahçeli sabırsızlıkla o mahkemeyi beklemiş. Ama daha ilk duruşmada Aziz Yıldırım AKP’li bakanların ve daha tepedekilerin karıştıkları Türk siyaset tarihinin en büyük hırsızlığına da “kumpas” demiş; onlara arka çıkmaya oynamış... İşte o gün “en aptal Fenerli bile” işe uyanmış!
Avukat Köksal Bayraktar da hep “Şu tapeler olmasaydı davayı ne güzel kazanırdım” demiş.
O aralar bir genel seçim varmış. Bilerek davayı uzatmışlar; Fenerlilerin oyunu kapmaya oynamışlar. Tiyatronun kalan kısmını gelecek tarihlere bırakmışlar!

--- Hani o İsmail Kartal’ın imza töreni var ya... İşte o gün Aziz Yıldırım Ersun Yanal’a sallayacağım derken; Daum’undan Zico’suna, Mustafa Denizli’sinden Aykut Kocaman’ına, gelmiş geçmiş tüm Fenerbahçe hocalarına ağır hakaret etti; “Hoca mısınız siz ulan!” dedi. “Ben size o görevi lütfetmiş olmasam, siz o makamı hak edecek ne yaptınız?”
Elbette bu sözler Aziz Yıldırım’a kin duyanların listesini kabarttı! Çünkü o Ersun Yanal Trabzonspor’a gidip (hani İHO’nun hakeme telefon açtığı o meşhur maçta) Fener’in 2 puanına kan doğramıştı. İnsanlar haliyle diğer eski dostların Fener’e karşı ne yapacaklarını merak ediyordu.
Bunlardan biri de Konyaspor’un başındaki Aykut Kocaman’dı. 3 Temmuz’da Aziz Yıldırım’ın belki de en büyük yoldaşıydı. Ama “Hoca mısın lan sen?” aşağılanması onu da Fener’e karşı tetikledi. Fenerbahçe tüm lig tarihi boyunca en rahat Konyaspor’u yenmiştir. Ama o maçta Aykut Koacaman da Fener’den 2 puan çaldı!
İşte biraz da o 1 puanın verdiği moralle Konyalı taraftarlar sürekli “Şike yapsana... Aziz başkan şike yapsana...” diye bağırdı. Yalnız garip bir durum vardı. Konyasporlu taraftarların “şikeci” ilan ettikleri o takımın hocası (kendi kulübelerindeki) Aykut Kocaman idi! Konyasporlu taraftarlar “ettiğimiz laftan Aykut Kocaman alınır” diye zerre umursamıyordu!
Tıpkı geçen seneki Sivassporlular gibi!
O maçta da aynı tezahürat yapılmıştı ve bu yüzden Aziz Yıldırım isyan etmişti: “Nasıl yani Sivaslı? Ben sizi mi satın aldım?”
Sivas ilk “kader anı” idi; Konya da ikinci...
Elin ağzı torba değildi; herkes her şeyin farkında idi herkes lafını adamın “yüzüne yüzüne” vuruyor idi!
O tezahürat Aykut Kocaman’ı da kendi taraftarıyla yüz yüze getirdi: “Nasıl yani! Siz bana da ‘şikeci’ mi diyorsunuz?”
Aslında garip olan Aykut Kocaman’ın tavrı idi. Daha Fenerbahçe’de olduğu günlerde şike meselesiyle alakalı “Tamam; kabul ediyorum. Hız limitini biraz aşmışız. Radara biz yakalanmışız” dediği zaten ortadaydı. İşte o Aykut Kocaman’ın “Hız limitini biraz aşmışız” dediği şey CAS raporlarında tam 17 maçın 12’si!!!
Yani neredeyse Fenerbahçe’nin “aşırı hız yapmadığı” maçı yoktu!
“Şikede dünya rekoru” Aykut Kocaman ve Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe’sinde idi!

--- Sırada başka bir eski dost vardı; Roberto Carlos’lu Akhisar... Senelerce Fenerbahçe’de oynamasına rağmen giderken Carlos’un Fenerbahçe’ye 1 milyon dolar borç takmasını Aziz Yıldırım hiç affetmemişti. Bunu da fırsat bulduğu her yerde dillendiriyordu! İsmail Kartal’ın Fenerbahçe’ye hafif geldiği konuşuluyordu ve Roberto Carlos bile (!) onun yerine adı geçenlerdendi. Ama dost sanılan bu 2 kişi arasında ilginç bir husumet vardı. Fenerbahçe Akhisar’a 3 puan kaptırdı, rakip Galatasaray ise Akhisar’dan çok rahat 3 puan aldı. Şampiyonluk yarışları hep böyledir; hep “ummadık taş” baş yarar! Kader maçında Kuyt’un attığı golle Galatasaray’ı yenerek lige tutunsan da;  Akhisar’a kendi mabedinde yenilmek Fenerbahçe’ye şampiyonluk yolunda çok ağır bir darbe olmuştu!

--- Ersun Yanal, Aykut Kocaman ve Roberto Carlos... Bütün eski dostlar Aziz Yıldırım’a darbe üstüne darbe vurmuştu! Bu da haliyle Aziz Yıldırım’ı öfkeli ve çevresine güvensiz bir hale getirmişti. Bu gibi durumlarda en çok başvurduğu yöntemlere sarıldı; TEHDİT yöntemine!
Kendi takımının çok yaşlandığını, belki de sezon başındaki olaylar yüzünden “asla” takım olamadığını görüyordu. Bunun için de galibiyeti kendi futbolcusundan değil, MHK’nin hakeminden bekliyordu. O da gönül okşayarak olmuyordu! Sırf bu mesajı vermek için ayaküstü basın toplantısı ortamı hazırlayan Aziz Yıldırım hakemlere:
“Ayağınızı denk alın... (Fener aleyhinde hata yaparsanız) bu stada giremezsiniz. Hadi girdiniz. Ama ilk hatanızda ben taraftara engel olamam. Bu taraftar sizi parçalar!” diyordu. Bunlar hiçbir medeni Avrupa ülkesinde “edilemeyecek” laflardandı. Ama “Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe’sinde” çok sıradan bir hal almıştı. Aziz Yıldırım işte bu günlerde de kendi takımımı motive etmeye indim ayaklarına yatarak hakemlere de uğramaya başlamıştı! Cezaların biri bitiyor; diğeri başlıyordu. Ama ne ceza verirsen ver; Aziz Yıldırım şu girdiği kılıklardan, Fenerbahçe’yi düşürdüğü durumlardan utanmıyor idi!

--- Taraftar zaten ayağını kesmişti. Gelenler de takımın oynadığı futboldan hiç umutlu değildi. Ama geçen şampiyonluk gecesi taraftarlarına “paralı köpekler” deme cüreti gösteren Aziz Yıldırım, bu sefer de (kombine biletleri olmasına rağmen) çoluğuyla-çocuğuyla maça gelen Fenerlileri kapıdan evine göndermeye başladı! Bunun gerekçesi, o taraftarların GFB üyesi olmalarıydı. Yani onlar Aziz Yıldırım’ın gözünde “paralı köpek” idi!
Yalnız bu sezon şöyle bir şeye şahit olduk. Aynı saatlerde futbol takımı Bursaspor’a eleniyordu. Basketbol takımı ise stada 10 dakika bir mesafede Galatasaray’ı yeniyordu. Basketboldaki Galatasaray galibiyeti Fenerliyi kesmiyordu. Çünkü çok büyük yatırım yapılmış basketbol takımının Galatasaray’ı yenmesi beklenen bir şeydi. Ama evde Bursaspor’dan 3 gol yiyerek elenmek katlanılacak şey değildi. Lig hemen hemen gitmiş; bari kupadan elenilmeseydi! İşte o gece salondaki taraftarlar 2’ye bölündü. “GFB” denen taraftar grubu Aziz Yıldırım’ı istifaya davet ediyordu. Ama “Anadolu GFB” denen başka bir grup da istifa isteyen taraftarlara tepki gösteriyordu. Tamam; GFB kötü... Peki ya onların karşısına Anadolu GFB’yi kim dikiyordu? Onları kim finanse ediyordu? Daha da önemlisi... “Paralı köpekler” denen GFB’yi (geçmişte) “en çok kim” beslemişti? Sakın onlara “paralı köpekler” diyen kişi olmasın?

--- Garip pazarlıklar yapılıyordu. Galatasaray’a önce Maliye eliyle ağır bir ceza indiriliyor; sonra da camianın içinden ve basından bazı kişiler eliyle “Galatasaray seneye Avrupa’ya gidemeyecek!” gazlaması yapılıyordu. Bugün bu durumu konuşan var mı; yok! Ama o günlerde altyapısı böyle kurulan bir işten sonra Galatasaray’ın “saraya gitmesi” sağlandı. Öyle bir ziyaret ki; Galatasaray başkanı bile haberdar edil(e)memiş! Çünkü Galatasaray’ın 75 yaşındaki başkanı o saatte uyuyor imiş!
Rizeli Abdurrahim Albayrak “kaşla göz arasında” koskoca Galatasaray’ı Rizeli Cumhurbaşkanı’nın karşısına dikmiş. Ziyaret sonrasında da Albayrak “yalakalıkta” level atlamış:
“Yabancı futbolcularımız saraya o kadar hayran kaldı ki şu anda derin derin Türk vatandaşlığına geçmeyi planlıyor!”
Anlayacağınız; koskoca Galatasaray o günlerde çok ağır eleştiriler alan saray’ın AK’lanmasına alet edildi.
Fenerliye sor; “Orada başka pazarlıklar yapıldı” diyecektir.
Der; elin ağzı torba değil!
Dedirtme!

--- Yönetici anlamında Galatasaray’da “dram dolu” günler yaşanıyordu. Galatasaraylı; başkan Duygun Yarsuvat’ı mı, yoksa yönetici Abdürrahim Albayrak’ı mı zaptetsin; şaşırmıştı! Ama iyi olan bir şey de vardı. Yeni hoca Hamza Hamzaoğlu taraflı tarafsız herkesin gönlünde taht kuruyordu! Futbolcusu da onu sevince “kenetlenme” kolay oluyordu. Rakip takımın başkanı “alenen” TFF’nin hakemlerini tehdit ederken; o ısrarla efendi idi:
“Layık değilsek, helal değilse şampiyon olmayalım!” diyor idi!

--- Yaşlı Fenerbahçe takımı aynı sezon içinde 2. kez bir derbi maça daha “olmak ya da olmamak” parolasıyla çıkıyordu. Fenerbahçe (Galatasaray’ı olduğu gibi) Beşiktaş’ı da son dakikalarda gelen golle yenerek lige tutunuyordu. Haliyle maçın bu ortamda oynanması atmosferi geriyordu. Öyle gergin bir maçtı ki; Emenike kendisini yuhalayan Fenerbahçeliler yüzünden formasını çıkartarak sahadan kaçmak istedi! O görüntü (koca sezonda sadece 4 gol atabilen) Emenike ile Fenerbahçe taraftarı arasındaki bağların koptuğu maçtı.
Bir başka detay da;
Aziz Yıldırım tarafından terbiye edilmiş (!) Türk hakemleri göz göre göre eyyam yapıyordu! Yardımcı hakem kulaklıktan orta hakem Fırat Aydınus’a “Emenike’yi kural gereği atmalısın” diyordu. Aydınus da “Sen işine bak!” diyordu. Atması gerektiğini o da biliyordu. Ama baskıların etkisiyle olmalı; eli kırmızı kartına bir türlü gitmiyor idi!

--- Ligin ilk yarısında küfürleşen Emre ve Biliç; “o maçta da” küfürleşti! Emre bunu hep yapıyordu. Geçmişte de Kasımpaşa’nın efendilik timsali hocası Şota’ya “2 maçta da” küfür etmesi bilinen vukuatlardandı. Emre o maçta kabadayılıkta biraz daha aşama kaydetmişti. Soyunma odası tünelinde burun buruna geldiği Biliç’e:
“Anam avradım olsun burası İstanbul. Ayağını denk al” demiş idi!

--- Türk futbolunun bu kaotik hali milli takıma da “aynen” yansıyordu. O günlerde çok önemli bir Hollanda maçı vardı. Emre Belözoğlu nefreti öyle dalga dalga yayılıyordu ki; o milli maç öncesi Beşiktaşlı taraftarlar Fatih Terim’e “pankartlarla” mesaj yolluyordu. Maç, kader maçıydı. Şayet o Hollanda maçı yitirilirse, uzun zamandır ilk kez bir turnuvadan (daha ilk yarı maçları bittiğinde) elenmiş olacaktık. Ama buna rağmen Türkler:
“Maçı 1-0 kazanacak olsak da... O maçın tek golü Emre Belozoğlu’ndan gelse de; biz bu adamı milli takımda görmek istemiyoruz” diyorlardı.
O maç kaybedilmedi. Ama ülkede garipleşmeyen kimse kalmamıştı ki!
Milli takım hocası da o maçta alınan 1 puanın morali ve gücüyle Emre Belözoğlu ve Volkan Demirel’e saygı duyulmasını (adeta) emrediyordu!
Görülen o ki; Fatih Terim de olanları analiz edemiyordu. Oysaki daha birkaç ay önce kendi döneminde yaşanmıştı. Kasımpaşa kulübü; Emre ve Volkan kafile arasında yer alırsa, Kasımpaşa tesislerini milli takıma dahi yasaklayacaklarını söylemişti!
Bunu söyleyen kimdi?
O tesisin her kuruşunu Recep Tayyip Erdoğan’a borçlu olan Kasımpaşa!
Kulüpler yetmez olmuş; sırayı taraftarlar almıştı. Ama Terim ısrarla bu futbolculara saygı duyulmasını salık veriyordu. Oysaki Terim unutmuştu; saygı dediğin şey forma gibidir. Verilmez; alınır!
Volkan ve Emre futbol hayatlarının sonunda; ömürlerinin ise ortalarındaydı. Terim 2 futbolcusuna;
“Aferin size! İşte geldiğiniz nokta bu! İşte kendinizi getirdiğiniz nokta bu!” diye fırça atacağına...
Bu 2 uslanmaz adam için Türklerden saygı dileniyor idi!

--- 3 Temmuz bombasında patladığında çok kafadan çok ses çıktı. İlk günlerde Aziz Yıldırım haklı olduklarını, zamanla UEFA’nın “çatırdayacağını” söylüyordu. Bu süreçte Aziz Yıldırım’ın ağzından çıkan bir söz “ilk kez” gerçek oluyordu!
CAS gerekçeli kararlarından da anlıyorduk ki; bileti tam kesilemeyen bu iş yüzünden UEFA bile için için kaynıyordu!
Her yerde olduğu gibi; bütün 1 numaraları (Platini) 2 numaralar (Erzik) yönetiyordu. O Erzik’in geçmişte (ispat edilmesine rağmen) şikeyi hasıraltı ettiği, Malatyaspor’un düşmesine neden olduğu tüm Türklerce biliniyordu. Görülen o ki; bu iş de kapatılmaya, üstü örtülmeye çalışılıyordu. Ama çalınan minare o kadar büyüktü ki; kapatmaya kılıf yetmiyordu!
Belli ki UEFA’nın içinde 2 numaranın (Erzik) bu hallerinden rahatsız olan bir “3 numara” vardı! CAS Gerekçeli Kararları’ndaki “Geçmişte Fenerbahçe’nin 10’da 1’ini yapmayanlara daha ağır cezalar verildiği ortadayken, bu Türk takımını neden koruyorsunuz? Ne karşılığında koruyorsunuz?” soruları soruluyordu! Gelecek günlerde UEFA’yı gerçekten zor günler bekliyordu.
Ve nitekim; oldu da!
UEFA’yı “tek 1 Türk kalmayacak kadar” temizlediler!
Şenes Erzik artık UEFA’da değildi. FİFA’da bir süre daha kalacaktı ama... Orası da o kadar leş gibi kokuyordu ki! Rüşveti en çok alanların FİFA’cılar olduğu ortaya çıkıyor idi! FİFA başkanı rüşvetten dolayı koltuğundan kalkmak zorunda kalıyor idi!

--- Ve geldik kader anı’na! Daha geçen hafta kendi stadında Emre Belözoğlu beline kadar geldiği Biliç’e “Anam avradım olsun burası İstanbul!” demişti ya... İşte onun Trabzon versiyonu yaşandı!
Fenerbahçe; güle oynaya, 55 dakikada 5 attığı Rize deplasmanından dönüyordu. 1 saatlik yolculuktan sonra Trabzon’dan uçağa binilecekti. Ama o ne! Otobüsün şoförü kanlar içindeydi. “Taş” diyen vardı; “pompalı tüfek” diyen vardı. Görülen o ki; birisi “Anam avradım olsun burası Trabzon! Sizin orası İstanbul’sa... Burası da Trabzon!” diyordu.
Liglere 1 hafta “mecburi” ara verilmişti! Çünkü Fenerbahçe gene “ligden çekilmekten” bahsediyordu.
Ama kader işte...
Kader onlara “2 farklı gerekçeyle aynı tehdidi” ettirmişti; birisinde ölümden dönmüşlerdi... Diğerinde ise (gülmeyin;) penaltıları verilmemişti!
Olay büyük yankı getirdi elbette... Ama işin içinde şeytanlık arayanlar da yok değildi. Bu olayı yapanlar ve arkalarındaki güçler sırdı tabi... Ancak seçenekler belliydi:
1- Cahil, işsiz güçsüz, son yaşananlardan etkilenen bir Trabzonlu yapmıştı.
2- Seçime giderken Türkiye’yi kaosa sokmak isteyen ‘karanlık güçler’ yaptırmıştı.
3- Böyle bir olaydan en çok mağduriyet hikayesi üretecek olanlar yaptırmıştı.
Sonuçta...
“Sivas’ta penaltısı verilmediğinde bile” Fenerbahçe daha çok yaygara yapmıştı!
1 haftalık aradan sonra lige “kaldığı yerden” devam edildi. Başka ülkede olsa; (böyle bir gerekçeye) lig iptal olurdu!

--- Bu olay vesilesiyle verilen 1 hafta ara gelecekte şampiyonluğa oynayan bütün takımları derinden etkileyecekti. Çünkü havalar ısınıyordu ve o havada 3 günde bir maça çıkılacaktı. Mayıs gelmişti ama...
Sezona “Mart’ta şampiyonluk” parolasıyla giren Fenerbahçe hala şampiyon olamamıştı!
İşin kötüsü...
Bu ülkede Mayıs’lar hep Galatasaray’ın idi!
Sonuç olarak; (Trabzon deplasmanında kaybettikten sonra) Galatasaray kalesini bir daha gole kapattı. Çoğu son dakikalarda atılmış gollerle 1-0’lık “sidik zoru” galibiyetler hem Beşiktaşlı, hem de Fenerli futbolcuyu inanılmaz etkiliyordu.
Bu ülkede (Yıldırım Demirören TFF Başkanı iken) “maçın oynandığı gün ve saatten bile” nem kapan yöneticiler görmüştük. Güven seviyesi buralara inen bir insan hala TFF başkanı kalmakta ısrar eder mi? O etti! Geçmişte maçın oynanacağı gün ve saatinden huylanan insanlar; (hele bir de o ülkede şikenin cezası yoksa) birbirine güvenebilir mi?
Kalan 7 maçta “O kaleci bilerek elini çekti” diyen de oldu; “Sen kendi maçlarındaki tiyatroya bak” diyen de...
Sonuçta lig bitti!
Biraz değer kazansın diye Süleyman Seba’nın ismiyle desteklenen sezonu Galatasaray şampiyon bitirdi!
Fenerbahçe ve Beşiktaş’ı çok zor günler bekliyor idi!
Kopacak kellenin haddi-hesabı yok idi!

--- Her şey kötü olacak değil ya... Arada bu ülke insanının yüzünü güldürecek şeylerde yaşanıyordu.
Hani Galatasaray başkanı Ünal Aysal’ın “şaibeli”; Fenerbahçe başkanının da “kötü hakem” ilan ettiği Cüneyt Çakır var ya... İşte o adam gitti; Avrupa’da başka hakem kalmamış gibi (Barcelona-Juventus) Şampiyonlar Ligi finalini yönetti!
Sadece bu örnek bile Türk futbolunun nasıl “ruh hastası” adamların elinde, nasıl “ruh hastası” haline getirildiğini görmeye yeter de artar idi... Ama...
Kim o kadar “delikanlı” olacak idi!
Kim o kadar “g erçekçi”olacak idi!

--- Eskiden bu işler sahada olur; sahada kalır idi! Artık öyle günlere geldik ki; sahada olanı sahada bırakmıyoruz. Dışarıya taşıyoruz; Yalova feribotuna kadar taşıyoruz!
Maçı yok diye yanına Orhan Ak isimli eski Galatasaraylı futbolcuyu da alan Emre Belözoğlu arabalı vapurda Beşiktaş maçı için Manisa’ya giden taraftarlarla yumruklaşır. İşin içine Orhan Ak’ın silahı da girer! Ama neyse ki kullanması nasip olmaz. Şayet kullanılsa... Böyle bir şeyin hesabını kim verebilir idi!

--- Sezon başında İsmail Kartal’a imza attırırken Aziz Yıldırım ne diyordu?
“Başarı İsmail’in... Başarısızlık benim!”
Ama nasıl bir başarı ve başarısızlık anlayışı varsa Aziz Yıldırım’ın; başarısızlıkta “herkes” gidiyor; “bi tek o” gitmiyor!
Aziz Yıldırım takımdan çok ismin kafasını kopartacağının sinyalini vermişti. İcraata Volkan Demirel’le başlanmıştı. Volkan’a “Artık 1. kaleci değilsin. Kulübeyi kabul etmezsen dilediğin anda çekip gidebilirsin!” denmişti.
E Volkan’ın başına bu geliyorsa...
Diğerlerine neler gelmezdi!
Bileti kesilenler (şimdilik) İsmail Kartal, Dirk Kuyt, Egemen Korkmaz, Bekir İrtegün, Mert Günok ve Selçuk Şahin... Gidecekler de sırada!
Daha 6 ay önce “Fener’den başka takımda top oynamam” diyen Erkan Zengin’i bile Trabzon’un elinden alamayan; çok para harcıyor diye “gömü bulmakla” itham eden Fenerbahçe, 6 ay sonra (Bekir ve Egemen’den fazla oynayacağı muamma olan bir stopere) yaklaşık 70 trilyon bağladı!
Ondan da önce; lig biter bitmez Fenerbahçe Kongresi vardı. O kongrede “son kez” başkan adayı olduğunu söyleyen Aziz Yıldırım mahkeme kararı lehte de çıksa alayhte de çıksa görevden ayrılacağını açıkladı. Yerine Ali Koç’u “varis” gösterdi.
Baştan beri bi dünya olay anlatıyoruz. Bu tabloya dur demesi gerekenler Fenerbahçeliler... Ama onlar da durumdan hoşnut gibi; elini kıpırdatmıyor!
Eskiden “Bize kumpas kurdular” yalanlarıyla bir kongreye gitmişlerdi. O kongrede 10 bin kişiden 7500’ü Aziz Yıldırım’dan yana oy kullandı.
Köprünün altından bi dünya su aktı. Yaşanan onca şey birçok insanın gözünü açtı. Lig biter bitmez Fenerbahçe gene kongreye gitti... Sonuç:
Aziz Yıldırım 5500
Diğer aday 2500
Yani Fenerbahçe asla değişmiyor!
Fenerbahçe değişmeyi bırak;
Değişmeye bile yeltenmiyor!
Kurtulmaya bile yeltenmiyor!

--- Ve sonra bomba patladı!
“Galatasaraylı Emre” iken Fenerbahçe’ye gitmek zorunda kalan...
O günden sonra da (biraz da şartlar gereği) hep olayların içinde olan...
Bu vasfıyla da (Volkan Demirel’le birlikte) Aziz Yıldırım’ın sahadaki tezahürü olarak görülen, daha da ağırı; Aziz Yıldırım’ın “tetikçisi” gibi görülen Emre Belözoğlu’na yeni kontrat teklif edilmedi!
Ama hep böyle değil midir?
Sen kendini kullandırırsan...
Seni bi güzel kullanırlar!
İşin bitince de...
Kullanılmış mendil gibi bi kenara atarlar!
Gördük ki;
Fenerbahçe’de “kukla oynatıcı” hep aynı imiş...
Sadece “kuklalar” yer değiştiriyor imiş!
3 Temmuz’da “Cemaat Fenerbahçe’yi ele geçirmeye çalışıyor” diye ortaya bir laf atılmış ama...
Görülen o ki;
Fenerbahçe (yaklaşık 20 sene önce) zaten ele geçirilmiş!
Şimdi kurtar kurtarabilirsen!
Fenerbahçe sanki (rahmetli) Semih Bayülken’in ah’ını almış!
20 sene önce kulüpte yaşanan tüm kargaşa ona ve onun grupçuluğuna bağlanırdı.
Ama var ya;
Fenerbahçe asıl o zaman Cumhuriyetmiş!
Çünkü o zaman Fenerbahçeliyim diyen herkesin Fenerbahçe üzerine edecek lafı varmış.
Şimdi öyle mi?
Şimdi o istemediği zaman, Aziz Yıldırım istemediği zaman Fenerbahçe’ye başkan olmayı hayal bile edemiyorsun!

--- Sonra “bi bomba daha” patlar.
2000’lerin başında Dünya Kupası’ndan 3. dönebilen Türkiye; futbolda o kadar geriye gider ki; artık Faroe Adaları’yla aynı torbalara düşer; 4. torbalara!
6 takımlı gruplarda ilk 3’e giremeyen Türkiye...
Bundan sonra kuralara 4. torbadan girecek!
İşte Türk futbolunu getirdikleri yer burası.
“Fenerbahçeliler” değişmiyor da...
“Diğer Türkler” çok mu farklı sanki!
Onlar da daha 1 hafta önce seçime gitti.
Futbolumuz güya siyasetten bağımsız...
Ama bütün her yer “Belediyespor” dolmuş!
Haliyle futbolu “siyasetten” ve “karanlık adamlardan” kurtaramıyorsun!
Tıpkı Fenerbahçe’de olduğu gibi; (en tepedekinden onay almadıktan sonra) TFF başkanlığına aday dahi olamıyorsun!
Öyle bir hale geldik ki;
Kupası şikeyle çalınmış Trabzonspor bile bu oluşuma oy veriyor!
Kaça?
Söylendiğine göre 23 trilyona!
Para öyle tatlı ki;
Kimisi parayla hizaya getiriliyor; kimisi de “parasızlıkla” imtihan ediliyor!
Sonuç;
300’e yakın TFF delegesi oy kullanmış... 4-5 tanesi hariç hepsi “bu kirli düzene” evet demiş.
Türk futbolunu 4. torbalara düşürenler; azıcık başarılı olsalar, kim bilir kaç oy alırmış!
Tabi ki bir ülkede olanların hepsi “siyasetle” alakalı...
Siyasetin neyse...
Kalan her şeyin de o’dur; o kadardır!
30 yıl önce Cumhurbaşkanı’nın ağzından “benim memurum işini bilir” denen Türkler...
Şimdi en tepedeki Cumhurbaşkanı’na “hırsız” diyor!
Bunlar ülkenin 5 vakit namaz kılanı...
Siz bunları az dindarını...
Sadece Cuma’ya ya da Bayram namazına gidecek kadar dindar olanını düşünemiyor musunuz?
Olan bitenin özeti budur!

Şimdi “bir Temmuzluk kadar” futbola (!) ara verelim.
Temmuz sonu itibariyle gene “futbol konuşmaya” devam ederiz!
Tıpkı bu konuştuklarımız gibi!




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder