Farkında mısınız; şu aşağıda yazacaklarımızın hepsi son 1
sene içinde oldu ve bunların hepsini bize “futbol diye”, “Süper Lig diye”
itelediler!
--- Fenerbahçe mutsuzdu... Fenerbahçe gergindi... Başkası
zaman olsa anlaşılırdı da... Fenerbahçe şampiyonluk gecesinde bile sevinmeyi
beceremiyordu. Fenerli taraftarlar; (içinde Sarı-Kırmızı ürün var diye) kapalı
olmasına rağmen GS store yakarken, Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım da (Alex’e
tezahürat yapıyorlar diye) açık tribündeki taraftarlara “Paralı köpekler” diye
fırça atıyordu! Fenerbahçe; adeta camia olarak “ruh hastası” olmuştu!
--- En büyük rakip Galatasaray’la aralar iyice gerilmişti.
Bu gerginlik salonlara bile yansımıştı. 3-3 devam eden basketbol finalinde
Galatasaray 7. maça çıkmadı! Galatasaray bunun gerekçesini “can güvenliği”
olarak açıklasa da; asıl sebebin (3Temmuz tapelerinde isimleri sıkça geçen
basketbol hakemlerinin) finalin son maçına “ısrarla” atanmaya çalışılması idi.
Yani Galatasaray’a göre; TBF Başkanı Turgay Demirel Fenerbahçeli yöneticilerle
birlikte “fırıldak çeviriyor” idi! Onlar şampiyona çoktan karar vermiş idi!
--- Devletin polisine “Bizi hangi hakla teknik takibe
alıyorsun arkadaş?” diyen Fenerbahçe’de takımı daha Nisan’da şampiyon yapan
Ersun Yanal kovuldu! “Devlet tapesi”nden en çok şikayet eden Fenerbahçe’de
“yasadışı teknik takiple hoca kafası kopartılması” rakip taraftarlarca “oldukça
manidar” bulundu!
--- Olayın içinde birçok Fenerbahçeli (kocabaş) futbolcunun
dahli olduğu konuşuldu. Suç 2 aşamalıydı; 1- ses kaydı yapılması, 2- ses kaydının
internette paylaşılması. Bu işi yaptıranın kim olduğunu aşağı yukarı herkes
tahmin etse de; “resmi fail” hala muamma!
--- Tıpkı geçmişte Mustafa Denizli’de olduğu gibi Ersun
Yanal’ın da “Takımı ben şampiyon yaptım” böbürlenmesi kursağında kaldı. Aziz Yıldırım
“Nah sen yaptın?” diye başladı; sözlerine şöyle devam etti: “Sana kalsa idman
saatlerimiz orospulara göre düzenleniyordu!”
Demedi ama; onu demeye getirdi:
“Bu takım şampiyon oluyorsa benim sayemdedir. Olmuyorsa, o
zaman suç hocalarındır!”
--- “Değişen” hocaların “değişmez” yardımcısı İsmail Kartal
yeni teknik direktör yapıldı. Aziz Yıldırım ilk gün “Başarı onun, başarısızlık
benimdir” dedi. İşte ilk kez o gün; en amigo Fener yazarları bile:
“Yoksa Fenerbahçe’nin gerçek teknik direktörü Aziz Yıldırım
mı? Bizim teknik direktör sandıklarımız sadece bir beden eğitimi hocası mı?”
demeye başladı.
--- Uzun bir aradan sonra ilk kez Fenerbahçe formasına
reklam alamadı! O reklamsız formanın tanıtımına (Mahmut Uslu ile birlikte) Aziz
Yıldırım çıkmıştı. Yıldırım; reklamsız çubuklu ile adeta “Bu tablo benim
eserim!” diye bağırıyordu!
Tabi anlayana... Tabi gözü görmek isteyene!
Trabzon o günlerde “şike anıtı” yapmayı tartışıyordu. Oysaki
“şike anıtı” kendiliğinden kurulmuştu! O “reklamsız” Fenerbahçe formasından
daha ala şike anıtı mı olurdu!
--- Sahaya çıkıldı... Ersun Yanal’ın bilgisayarına burun
kıvıran Fenerbahçe’de yeni hedef şampiyonluğa Mart’ın ortasında ulaşmak idi. Nisan’da
olunuyor ise... Mart’ta neden olunmasındı?
İlk sınav Süper Kupa’da Galatasaray’la idi. Fenerbahçe’nin
“Ayı” lakaplı kalecisi Volkan Demirel penaltı kaçıran Galatasaraylı Melo’nun (sevinçten)
üzerine atladı! Hızını alamayan Volkan, maçtan sonra İBB yetkililerine
seslendi:
“Başıboş köpekleri itlaf edin... O işi de bana havale
etmeyin!”
Daha o maçta görülmüştü ki; Türk futbolseverleri çok renkli
bir 4. yıldız mücadelesi bekliyor idi!
--- Fenerbahçe-Trabzon maçları “normal bitebilsin diye”
fikstür özenle ayarlandı. Böylece Trabzonspor ile Fenerbahçe’nin daha ligin
başında oynamaları sağlandı. Trabzonsporlu taraftarlar “bu yolla” dizginlenmeye
çalışıldı! Yoksa Trabzonsporlular iflah olmayacak gibi idi!
--- Sonu “Nisan’da şampiyonluk” olarak biten bir önceki
sezonda olduğu gibi Fenerbahçe’nin yeni sezonda da hakemlerle arası çok iyi
idi! Fenerbahçe’nin en centilmen futbolcularından biri olarak bilinen Gökhan
Gönül, (penaltıyla alakası olmadığını çok iyi bilmesine rağmen) pozisyona penaltı
çalan hakemin göğsünü sıvazlıyordu! Görülen o ki; “yeni Fenerbahçe’de” en
centilmen futbolcu bile haram puana “Hayır” demiyor idi!
--- Birileri ısrarla “O iş kapandı” dese de, şike davası
hala kapanmamıştı. Galiba Ünal Aysal “değiştirilmedikçe” kapanmayacaktı da!
Nitekim Fenerbahçe; resmi internet sitesinden yaptığı açıklamalarda (Galatasaray’a
ithafen) “Biz sizi değiştiririz” demekte beis görmüyordu! AKP nasılsa “Hükümetimiz”
ilan edilmişti. Yoksa Dolmabahçe’de yapılan taktik toplantılar hayata mı
geçirilmiş idi?
--- Galatasaray başkanı Ünal Aysal Fenerbahçe başkanı Aziz
Yıldırım’ın “normal bir ülkede” asla sporun içinde olamayacağını ilan etmişti.
Yetmemiş; kafaya koyduktan sonra herkesin Aziz Yıldırım’la aynı yoldan
yürüyebileceğini göstermişti. Dekor hazırdı; çünkü o hafta Galatasaray-Fenerbahçe
maçı vardı. Aysal; durduk yerde, ülkenin en iyi hakemini “şaibeli” ilan etmiş
idi!
--- Hakem Cüneyt Çakır’ı daha ilk düdüğü çalmadan “şaibeli”
ilan eden Galatasaray bu sözün karşılığı aldı. Çünkü Galatasaray Cüneyt
Çakır’ın yönettiği bir Fenerbahçe (lig) maçını “ilk kez” kazanmıştı!
(Maç sonrası Cüneyt Çakır’a çamur atma işi bu kez Aziz
Yıldırım’da idi. Çakır’ı “kötü hakem” olarak niteleyen Yıldırım’ın bu tavrının
Kadıköy’deki rövanşa yönelik olduğunu futbolun içindeki herkes biliyordu. Çünkü
Yıldırım o maçı da Cüneyt Çakır’ın yöneteceğini adı gibi biliyordu! Aziz
Yıldırım “çalışmaya” daha o maç biter bitmez başlamış idi!)
--- Prandelli ile yoluna ağır aksak devam eden Galatasaray
Sneijder’in “bir sağa bir sola” 2 füzesi ile Fenerbahçe maçını kazandı. O gollere
çaresiz kalan Volkan Demirel’i mutlaka zor günler bekliyordu. O goller gösterdi
ki; Volkan ya uçamıyordu... Ya da uçtuğu yerden kalkamıyordu!
Aysal’ın maçtan önce “şaibeli” ilan ettiği Cüneyt Çakır (ve
arkadaşları) körün bile göreceği bir topa taç çalmayarak Fenerbahçe’nin 1 gol
atmasına vesile oldular. Böylelikle ‘Alves atıldı diye’ Fenerliler; ‘taçtan gol
yediler diye’ Galatasaraylılar ağlamaklı idi!
--- Türk futbolunda rezalet diz boyu olunca (o günlerde öldü
diye) Süleyman Seba’nın adı lige verildi. Şikeydi, sportif terördü derken; bir
de işin içine Passolig girince tribünler parmakla sayılacak kadar adama
oynanmaya başlandı. Onca hay-huy arasında Fenerbahçe ile Galatasaray’ın
(şampiyon olursa) 4. yıldıza ulaşıyor olması bile taraftarları stada döndüremiyor
idi!
--- Olimpiyat Stadı’nda oynanan Beşiktaş-Fenerbahçe maçında
kaptan Emre Belözoğlu Beşiktaş teknik direktörüne sinkaflı küfür ediyordu. Suç
gayet aleni ortada olmasına rağmen Emre ceza almıyordu. O maçın gerginliği
maçtan sonra yöneticilere bile sirayet ediyordu. Aziz Yıldırım belki de en
stratejik hatasını o günlerde yapıyordu. Çünkü futboldan hiç anlamayanlar bile
biliyordu ki; şayet Fenerbahçe hakemlerce itelenmeseydi daha ilk yarı sonunda
yarıştan kopardı! Ama TFF böyle bir şeyi “asla” göze alamazdı. Onu da bırak;
“sanki elle ayarlanmış gibi” işin içine Beşiktaş da katılmıştı! Bir sonraki
maçını nerede oynayacağını bilemeyecek kadar “statsız” olan Beşiktaş, her
çıktığı maçı kazanıyordu. Bu da (uzun yıllardan sonra ilk kez) Galatasaray, Fenerbahçe
ve Beşiktaş’ı “at başı” bir yarışa sokuyordu. Hala neyin alışverişindeyse; Aziz
Yıldırım Fikret Orman’a:
“O kupa hala müzendeyse bu benim sayemde! Ben yattım...
Benim yönetici arkadaşlarım da yattı... Beşiktaşlı Serdal Adalı da yattı... Ama
Serdal’ın başkanı neden hapiste yatmadı?” diyerek TFF Başkanı Yıldırım
Demirören’e ateş ediyordu!
Aziz Yıldırım’ın “O neden hapiste yatmadı?” dediği Yıldırım
Demirören “Fenerbahçesini kurtarmak için” bütün sülalesine küfür ettirmeyi göze
almıştı. Fenerbahçe başkanının bunu bilmiyor olması imkansız idi!
--- Galatasaray’ın TT Arena’sında bir milli maç vardı.
Kalede Volkan Demirel oynayacaktı. Volkan kaleci hocasıyla birlikte ısınmaya
diye kaleye geçiyordu. Volkan o kalede Sneijder’den bir sağa bir sola 2 gol
yemişti. O kaleyi de, bu stadı da sevmiyordu! Ama o ne? Milli maça gelmişti
ama... Kendi taraftarları Volkan Demirel’e dayanamayacağı kadar ağır küfürler
ediyordu! Volkan kaleye geçmekten vazgeçti; stadı da terk etti! Oysaki bırak
küfürü... O statta, o kalede, yanına koca viski şişesi düşmüştü de; stadı terk
etmek aklının ucundan bile geçmemişti! Kim bilir; belki Volkan o küfürlerden
önce (3-4 gün evvel) asıl kendi stadındaki Brezilya maçındaki küfürlere
bozulmuştu da; tepki göstermesi TT Arena’ya kalmıştı. Ama kulüp yetkilileri
“ceza alırsın” diye uyarınca Emre Belözoğlu ile birlikte geri dönmüştü. Maç
çıkışı tüm bu yaşananların gerginliğinden olsa gerek; Volkan ve Emre’yi koruyan
Fenerbahçeli body-guard’lar foto muhabirlerini “öldüresiye” dövmüştü. O kadar
ki; yerde tekmeleneni bile vardı. Volkan Demirel Fatih Terim’in de sahip
çıkmasıyla ceza almadı. Ama o gün bugündür Türk polisi ayakta! Stadın tüm
kamera kayıtlarından Volkan’a “koro halinde” küfür edenler aranıyor... Ama yok!
Küfür işi sadece 1 kişinin üzerine kalmış durumda! Haliyle Galatasaraylılar
statlarıyla gurur duyuyor... Çünkü öyle akustik bir statları var ki; tek 1
kişinin küfürü “koro halinde edilmiş gibi” gelebiliyor! Kim bilir; belki de
Volkan Demirel’in ruh halindeydi sorun... Ruh hali dengeli bir adam penaltı
kaçıran rakibinin üzerine neden atlasın ki! Volkan işareti daha sezon başında
vermişti...Ama görmesi gerekenler görememiş idi!
--- Zorunlu oyuncu değişiklikleri gelmeye başladı!
Galatasaray’da Ünal Aysal çıktı; yerine Duygun Yarsuvat girdi. TFF’nin
MHK’sinde Zekeriya Alp çıktı; yerine (bizim İlyas abinin kardeşi) Yusuf Namoğlu
girdi! Haa unutmadan... Prandelli çıkmış; yerine Akhisar Köftecisi Ramiz’de staj
yapan Hamzaoğlu Hamza girmiş idi!
--- Oyuna yeni girenlerden Duygun Yarsuvat inanılmaz laflar
ediyordu. Sanki o da Yıldırım Demirören gibi “Fenerbahçesini kurtarmaya”
oynuyordu! Duygun başkan nedense (!) konuşmak için Yıldırım Demirören’in
gazetesini seçiyordu. Duygun başkan oyuna girer girmez Galatasaray’a Maliye’den
ağır bir ceza verilmiş. O ceza ile de Galatasaray’a “Saray’a geeel” çekilmiş
idi!
--- Herkes el birliği etmiş; bi yandan da Aziz Yıldırım’ı o
ilkel yöneticilik anlayışından çevirmeye çalışıyordu. “Sadece ben yaparım
sanma... Senin yaptığını biz de yaparız! Hem de en alasını yaparız!” diyordu. O
ara ligin 2. yarısı başlamış; Fenerbahçe-Trabzon ile oynayacaktı. MHK başkanı Yusuf
Namoğlu maça hakem Bülent Yıldırım’ı atamış. Geçmişte oynanan 6 Trabzon-Fener
maçından Trabzonspor’un 1 puan bile alamadığını gören İbrahim Hacıosmanoğlu
telefona sarılmış:
“Hocam... Sana saygım sonsuz... Maça çık; maçını adam gibi
yönet! Ama bu maçta da puan alamazsak çıranı yakarız!” demiş.
İşte o maçta da Trabzonspor; (Bülent Yıldırım’ın yönettiği
bir Fener maçından) ilk kez puan almış! Ortada 3 puan varmış; Trabzon’a artı 1,
Fenerbahçe’ye eksi 2 yazmış. Galiba ligin seyri; “o maçtan sonra” değişmeye
başlamış!
--- Habur Mahkemesi gibi bir mahkeme kurulmuş! Teröristin
ayağına giden hakim sormuş ya; “Yaptıklarından pişman mısın?”
Terörist cevap vermiş:
“Ne pişman olacağım? Gene olsun gene yaparım!” demiş.
Hakim pişkin pişkin:
“Pişmansın pişmansın... Ama bence bunun farkında değilsin!”
O mahkemede öyleymiş! Öylesi tarihte görülmemiş!
Bi önceki mahkeme karar veriyor:
“Kumpas yok; deliller sağlam!”
Ama buna rağmen Aziz Yıldırım’a “sırf Fenerbahçeli diye” yeniden
yargılanma imkanı verilmiş.
Fenerbahçeli sabırsızlıkla o mahkemeyi beklemiş. Ama daha
ilk duruşmada Aziz Yıldırım AKP’li bakanların ve daha tepedekilerin
karıştıkları Türk siyaset tarihinin en büyük hırsızlığına da “kumpas” demiş;
onlara arka çıkmaya oynamış... İşte o gün “en aptal Fenerli bile” işe uyanmış!
Avukat Köksal Bayraktar da hep “Şu tapeler olmasaydı davayı
ne güzel kazanırdım” demiş.
O aralar bir genel seçim varmış. Bilerek davayı uzatmışlar;
Fenerlilerin oyunu kapmaya oynamışlar. Tiyatronun kalan kısmını gelecek
tarihlere bırakmışlar!
--- Hani o İsmail Kartal’ın imza töreni var ya... İşte o gün
Aziz Yıldırım Ersun Yanal’a sallayacağım derken; Daum’undan Zico’suna, Mustafa
Denizli’sinden Aykut Kocaman’ına, gelmiş geçmiş tüm Fenerbahçe hocalarına ağır
hakaret etti; “Hoca mısınız siz ulan!” dedi. “Ben size o görevi lütfetmiş
olmasam, siz o makamı hak edecek ne yaptınız?”
Elbette bu sözler Aziz Yıldırım’a kin duyanların listesini
kabarttı! Çünkü o Ersun Yanal Trabzonspor’a gidip (hani İHO’nun hakeme telefon
açtığı o meşhur maçta) Fener’in 2 puanına kan doğramıştı. İnsanlar haliyle
diğer eski dostların Fener’e karşı ne yapacaklarını merak ediyordu.
Bunlardan biri de Konyaspor’un başındaki Aykut Kocaman’dı. 3
Temmuz’da Aziz Yıldırım’ın belki de en büyük yoldaşıydı. Ama “Hoca mısın lan
sen?” aşağılanması onu da Fener’e karşı tetikledi. Fenerbahçe tüm lig tarihi
boyunca en rahat Konyaspor’u yenmiştir. Ama o maçta Aykut Koacaman da Fener’den
2 puan çaldı!
İşte biraz da o 1 puanın verdiği moralle Konyalı taraftarlar
sürekli “Şike yapsana... Aziz başkan şike yapsana...” diye bağırdı. Yalnız
garip bir durum vardı. Konyasporlu taraftarların “şikeci” ilan ettikleri o
takımın hocası (kendi kulübelerindeki) Aykut Kocaman idi! Konyasporlu
taraftarlar “ettiğimiz laftan Aykut Kocaman alınır” diye zerre umursamıyordu!
Tıpkı geçen seneki Sivassporlular gibi!
O maçta da aynı tezahürat yapılmıştı ve bu yüzden Aziz
Yıldırım isyan etmişti: “Nasıl yani Sivaslı? Ben sizi mi satın aldım?”
Sivas ilk “kader anı” idi; Konya da ikinci...
Elin ağzı torba değildi; herkes her şeyin farkında idi
herkes lafını adamın “yüzüne yüzüne” vuruyor idi!
O tezahürat Aykut Kocaman’ı da kendi taraftarıyla yüz yüze
getirdi: “Nasıl yani! Siz bana da ‘şikeci’ mi diyorsunuz?”
Aslında garip olan Aykut Kocaman’ın tavrı idi. Daha
Fenerbahçe’de olduğu günlerde şike meselesiyle alakalı “Tamam; kabul ediyorum.
Hız limitini biraz aşmışız. Radara biz yakalanmışız” dediği zaten ortadaydı.
İşte o Aykut Kocaman’ın “Hız limitini biraz aşmışız” dediği şey CAS raporlarında
tam 17 maçın 12’si!!!
Yani neredeyse Fenerbahçe’nin “aşırı hız yapmadığı” maçı yoktu!
“Şikede dünya rekoru” Aykut Kocaman ve Aziz Yıldırım’ın
Fenerbahçe’sinde idi!
--- Sırada başka bir eski dost vardı; Roberto Carlos’lu
Akhisar... Senelerce Fenerbahçe’de oynamasına rağmen giderken Carlos’un
Fenerbahçe’ye 1 milyon dolar borç takmasını Aziz Yıldırım hiç affetmemişti.
Bunu da fırsat bulduğu her yerde dillendiriyordu! İsmail Kartal’ın
Fenerbahçe’ye hafif geldiği konuşuluyordu ve Roberto Carlos bile (!) onun yerine
adı geçenlerdendi. Ama dost sanılan bu 2 kişi arasında ilginç bir husumet
vardı. Fenerbahçe Akhisar’a 3 puan kaptırdı, rakip Galatasaray ise Akhisar’dan
çok rahat 3 puan aldı. Şampiyonluk yarışları hep böyledir; hep “ummadık taş”
baş yarar! Kader maçında Kuyt’un attığı golle Galatasaray’ı yenerek lige
tutunsan da; Akhisar’a kendi mabedinde
yenilmek Fenerbahçe’ye şampiyonluk yolunda çok ağır bir darbe olmuştu!
--- Ersun Yanal, Aykut Kocaman ve Roberto Carlos... Bütün
eski dostlar Aziz Yıldırım’a darbe üstüne darbe vurmuştu! Bu da haliyle Aziz
Yıldırım’ı öfkeli ve çevresine güvensiz bir hale getirmişti. Bu gibi durumlarda
en çok başvurduğu yöntemlere sarıldı; TEHDİT yöntemine!
Kendi takımının çok yaşlandığını, belki de sezon başındaki
olaylar yüzünden “asla” takım olamadığını görüyordu. Bunun için de galibiyeti
kendi futbolcusundan değil, MHK’nin hakeminden bekliyordu. O da gönül okşayarak
olmuyordu! Sırf bu mesajı vermek için ayaküstü basın toplantısı ortamı hazırlayan
Aziz Yıldırım hakemlere:
“Ayağınızı denk alın... (Fener aleyhinde hata yaparsanız) bu
stada giremezsiniz. Hadi girdiniz. Ama ilk hatanızda ben taraftara engel
olamam. Bu taraftar sizi parçalar!” diyordu. Bunlar hiçbir medeni Avrupa ülkesinde
“edilemeyecek” laflardandı. Ama “Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe’sinde” çok sıradan
bir hal almıştı. Aziz Yıldırım işte bu günlerde de kendi takımımı motive etmeye
indim ayaklarına yatarak hakemlere de uğramaya başlamıştı! Cezaların biri
bitiyor; diğeri başlıyordu. Ama ne ceza verirsen ver; Aziz Yıldırım şu girdiği
kılıklardan, Fenerbahçe’yi düşürdüğü durumlardan utanmıyor idi!
--- Taraftar zaten ayağını kesmişti. Gelenler de takımın
oynadığı futboldan hiç umutlu değildi. Ama geçen şampiyonluk gecesi
taraftarlarına “paralı köpekler” deme cüreti gösteren Aziz Yıldırım, bu sefer de
(kombine biletleri olmasına rağmen) çoluğuyla-çocuğuyla maça gelen Fenerlileri
kapıdan evine göndermeye başladı! Bunun gerekçesi, o taraftarların GFB üyesi
olmalarıydı. Yani onlar Aziz Yıldırım’ın gözünde “paralı köpek” idi!
Yalnız bu sezon şöyle bir şeye şahit olduk. Aynı saatlerde
futbol takımı Bursaspor’a eleniyordu. Basketbol takımı ise stada 10 dakika bir
mesafede Galatasaray’ı yeniyordu. Basketboldaki Galatasaray galibiyeti
Fenerliyi kesmiyordu. Çünkü çok büyük yatırım yapılmış basketbol takımının
Galatasaray’ı yenmesi beklenen bir şeydi. Ama evde Bursaspor’dan 3 gol yiyerek
elenmek katlanılacak şey değildi. Lig hemen hemen gitmiş; bari kupadan elenilmeseydi!
İşte o gece salondaki taraftarlar 2’ye bölündü. “GFB” denen taraftar grubu Aziz
Yıldırım’ı istifaya davet ediyordu. Ama “Anadolu GFB” denen başka bir grup da
istifa isteyen taraftarlara tepki gösteriyordu. Tamam; GFB kötü... Peki ya
onların karşısına Anadolu GFB’yi kim dikiyordu? Onları kim finanse ediyordu?
Daha da önemlisi... “Paralı köpekler” denen GFB’yi (geçmişte) “en çok kim”
beslemişti? Sakın onlara “paralı köpekler” diyen kişi olmasın?
--- Garip pazarlıklar yapılıyordu. Galatasaray’a önce Maliye
eliyle ağır bir ceza indiriliyor; sonra da camianın içinden ve basından bazı
kişiler eliyle “Galatasaray seneye Avrupa’ya gidemeyecek!” gazlaması
yapılıyordu. Bugün bu durumu konuşan var mı; yok! Ama o günlerde altyapısı
böyle kurulan bir işten sonra Galatasaray’ın “saraya gitmesi” sağlandı. Öyle
bir ziyaret ki; Galatasaray başkanı bile haberdar edil(e)memiş! Çünkü
Galatasaray’ın 75 yaşındaki başkanı o saatte uyuyor imiş!
Rizeli Abdurrahim Albayrak “kaşla göz arasında” koskoca
Galatasaray’ı Rizeli Cumhurbaşkanı’nın karşısına dikmiş. Ziyaret sonrasında da
Albayrak “yalakalıkta” level atlamış:
“Yabancı futbolcularımız saraya o kadar hayran kaldı ki şu
anda derin derin Türk vatandaşlığına geçmeyi planlıyor!”
Anlayacağınız; koskoca Galatasaray o günlerde çok ağır
eleştiriler alan saray’ın AK’lanmasına alet edildi.
Fenerliye sor; “Orada başka pazarlıklar yapıldı” diyecektir.
Der; elin ağzı torba değil!
Dedirtme!
--- Yönetici anlamında Galatasaray’da “dram dolu” günler
yaşanıyordu. Galatasaraylı; başkan Duygun Yarsuvat’ı mı, yoksa yönetici
Abdürrahim Albayrak’ı mı zaptetsin; şaşırmıştı! Ama iyi olan bir şey de vardı.
Yeni hoca Hamza Hamzaoğlu taraflı tarafsız herkesin gönlünde taht kuruyordu!
Futbolcusu da onu sevince “kenetlenme” kolay oluyordu. Rakip takımın başkanı
“alenen” TFF’nin hakemlerini tehdit ederken; o ısrarla efendi idi:
“Layık değilsek, helal değilse şampiyon olmayalım!” diyor
idi!
--- Yaşlı Fenerbahçe takımı aynı sezon içinde 2. kez bir
derbi maça daha “olmak ya da olmamak” parolasıyla çıkıyordu. Fenerbahçe
(Galatasaray’ı olduğu gibi) Beşiktaş’ı da son dakikalarda gelen golle yenerek
lige tutunuyordu. Haliyle maçın bu ortamda oynanması atmosferi geriyordu. Öyle
gergin bir maçtı ki; Emenike kendisini yuhalayan Fenerbahçeliler yüzünden formasını
çıkartarak sahadan kaçmak istedi! O görüntü (koca sezonda sadece 4 gol
atabilen) Emenike ile Fenerbahçe taraftarı arasındaki bağların koptuğu maçtı.
Bir başka detay da;
Aziz Yıldırım tarafından terbiye edilmiş (!) Türk hakemleri
göz göre göre eyyam yapıyordu! Yardımcı hakem kulaklıktan orta hakem Fırat
Aydınus’a “Emenike’yi kural gereği atmalısın” diyordu. Aydınus da “Sen işine
bak!” diyordu. Atması gerektiğini o da biliyordu. Ama baskıların etkisiyle
olmalı; eli kırmızı kartına bir türlü gitmiyor idi!
--- Ligin ilk yarısında küfürleşen Emre ve Biliç; “o maçta
da” küfürleşti! Emre bunu hep yapıyordu. Geçmişte de Kasımpaşa’nın efendilik
timsali hocası Şota’ya “2 maçta da” küfür etmesi bilinen vukuatlardandı. Emre o
maçta kabadayılıkta biraz daha aşama kaydetmişti. Soyunma odası tünelinde burun
buruna geldiği Biliç’e:
“Anam avradım olsun burası İstanbul. Ayağını denk al” demiş
idi!
--- Türk futbolunun bu kaotik hali milli takıma da “aynen”
yansıyordu. O günlerde çok önemli bir Hollanda maçı vardı. Emre Belözoğlu
nefreti öyle dalga dalga yayılıyordu ki; o milli maç öncesi Beşiktaşlı
taraftarlar Fatih Terim’e “pankartlarla” mesaj yolluyordu. Maç, kader maçıydı.
Şayet o Hollanda maçı yitirilirse, uzun zamandır ilk kez bir turnuvadan (daha
ilk yarı maçları bittiğinde) elenmiş olacaktık. Ama buna rağmen Türkler:
“Maçı 1-0 kazanacak olsak da... O maçın tek golü Emre
Belozoğlu’ndan gelse de; biz bu adamı milli takımda görmek istemiyoruz”
diyorlardı.
O maç kaybedilmedi. Ama ülkede garipleşmeyen kimse
kalmamıştı ki!
Milli takım hocası da o maçta alınan 1 puanın morali ve
gücüyle Emre Belözoğlu ve Volkan Demirel’e saygı duyulmasını (adeta)
emrediyordu!
Görülen o ki; Fatih Terim de olanları analiz edemiyordu.
Oysaki daha birkaç ay önce kendi döneminde yaşanmıştı. Kasımpaşa kulübü; Emre
ve Volkan kafile arasında yer alırsa, Kasımpaşa tesislerini milli takıma dahi
yasaklayacaklarını söylemişti!
Bunu söyleyen kimdi?
O tesisin her kuruşunu Recep Tayyip Erdoğan’a borçlu olan
Kasımpaşa!
Kulüpler yetmez olmuş; sırayı taraftarlar almıştı. Ama Terim
ısrarla bu futbolculara saygı duyulmasını salık veriyordu. Oysaki Terim
unutmuştu; saygı dediğin şey forma gibidir. Verilmez; alınır!
Volkan ve Emre futbol hayatlarının sonunda; ömürlerinin ise
ortalarındaydı. Terim 2 futbolcusuna;
“Aferin size! İşte geldiğiniz nokta bu! İşte kendinizi
getirdiğiniz nokta bu!” diye fırça atacağına...
Bu 2 uslanmaz adam için Türklerden saygı dileniyor idi!
--- 3 Temmuz bombasında patladığında çok kafadan çok ses
çıktı. İlk günlerde Aziz Yıldırım haklı olduklarını, zamanla UEFA’nın
“çatırdayacağını” söylüyordu. Bu süreçte Aziz Yıldırım’ın ağzından çıkan bir
söz “ilk kez” gerçek oluyordu!
CAS gerekçeli kararlarından da anlıyorduk ki; bileti tam
kesilemeyen bu iş yüzünden UEFA bile için için kaynıyordu!
Her yerde olduğu gibi; bütün 1 numaraları (Platini) 2
numaralar (Erzik) yönetiyordu. O Erzik’in geçmişte (ispat edilmesine rağmen)
şikeyi hasıraltı ettiği, Malatyaspor’un düşmesine neden olduğu tüm Türklerce
biliniyordu. Görülen o ki; bu iş de kapatılmaya, üstü örtülmeye çalışılıyordu.
Ama çalınan minare o kadar büyüktü ki; kapatmaya kılıf yetmiyordu!
Belli ki UEFA’nın içinde 2 numaranın (Erzik) bu hallerinden
rahatsız olan bir “3 numara” vardı! CAS Gerekçeli Kararları’ndaki “Geçmişte
Fenerbahçe’nin 10’da 1’ini yapmayanlara daha ağır cezalar verildiği ortadayken,
bu Türk takımını neden koruyorsunuz? Ne karşılığında koruyorsunuz?” soruları
soruluyordu! Gelecek günlerde UEFA’yı gerçekten zor günler bekliyordu.
Ve nitekim; oldu da!
UEFA’yı “tek 1 Türk kalmayacak kadar” temizlediler!
Şenes Erzik artık UEFA’da değildi. FİFA’da bir süre daha
kalacaktı ama... Orası da o kadar leş gibi kokuyordu ki! Rüşveti en çok alanların
FİFA’cılar olduğu ortaya çıkıyor idi! FİFA başkanı rüşvetten dolayı koltuğundan
kalkmak zorunda kalıyor idi!
--- Ve geldik kader anı’na! Daha geçen hafta kendi stadında
Emre Belözoğlu beline kadar geldiği Biliç’e “Anam avradım olsun burası
İstanbul!” demişti ya... İşte onun Trabzon versiyonu yaşandı!
Fenerbahçe; güle oynaya, 55 dakikada 5 attığı Rize deplasmanından
dönüyordu. 1 saatlik yolculuktan sonra Trabzon’dan uçağa binilecekti. Ama o ne!
Otobüsün şoförü kanlar içindeydi. “Taş” diyen vardı; “pompalı tüfek” diyen
vardı. Görülen o ki; birisi “Anam avradım olsun burası Trabzon! Sizin orası
İstanbul’sa... Burası da Trabzon!” diyordu.
Liglere 1 hafta “mecburi” ara verilmişti! Çünkü Fenerbahçe
gene “ligden çekilmekten” bahsediyordu.
Ama kader işte...
Kader onlara “2 farklı gerekçeyle aynı tehdidi” ettirmişti;
birisinde ölümden dönmüşlerdi... Diğerinde ise (gülmeyin;) penaltıları
verilmemişti!
Olay büyük yankı getirdi elbette... Ama işin içinde
şeytanlık arayanlar da yok değildi. Bu olayı yapanlar ve arkalarındaki güçler
sırdı tabi... Ancak seçenekler belliydi:
1- Cahil, işsiz güçsüz, son yaşananlardan etkilenen bir Trabzonlu
yapmıştı.
2- Seçime giderken Türkiye’yi kaosa sokmak isteyen ‘karanlık
güçler’ yaptırmıştı.
3- Böyle bir olaydan en çok mağduriyet hikayesi üretecek
olanlar yaptırmıştı.
Sonuçta...
“Sivas’ta penaltısı verilmediğinde bile” Fenerbahçe daha çok
yaygara yapmıştı!
1 haftalık aradan sonra lige “kaldığı yerden” devam edildi.
Başka ülkede olsa; (böyle bir gerekçeye) lig iptal olurdu!
--- Bu olay vesilesiyle verilen 1 hafta ara gelecekte
şampiyonluğa oynayan bütün takımları derinden etkileyecekti. Çünkü havalar
ısınıyordu ve o havada 3 günde bir maça çıkılacaktı. Mayıs gelmişti ama...
Sezona “Mart’ta şampiyonluk” parolasıyla giren Fenerbahçe
hala şampiyon olamamıştı!
İşin kötüsü...
Bu ülkede Mayıs’lar hep Galatasaray’ın idi!
Sonuç olarak; (Trabzon deplasmanında kaybettikten sonra)
Galatasaray kalesini bir daha gole kapattı. Çoğu son dakikalarda atılmış
gollerle 1-0’lık “sidik zoru” galibiyetler hem Beşiktaşlı, hem de Fenerli
futbolcuyu inanılmaz etkiliyordu.
Bu ülkede (Yıldırım Demirören TFF Başkanı iken) “maçın
oynandığı gün ve saatten bile” nem kapan yöneticiler görmüştük. Güven seviyesi
buralara inen bir insan hala TFF başkanı kalmakta ısrar eder mi? O etti!
Geçmişte maçın oynanacağı gün ve saatinden huylanan insanlar; (hele bir de o
ülkede şikenin cezası yoksa) birbirine güvenebilir mi?
Kalan 7 maçta “O kaleci bilerek elini çekti” diyen de oldu;
“Sen kendi maçlarındaki tiyatroya bak” diyen de...
Sonuçta lig bitti!
Biraz değer kazansın diye Süleyman Seba’nın ismiyle
desteklenen sezonu Galatasaray şampiyon bitirdi!
Fenerbahçe ve Beşiktaş’ı çok zor günler bekliyor idi!
Kopacak kellenin haddi-hesabı yok idi!
--- Her şey kötü olacak değil ya... Arada bu ülke insanının
yüzünü güldürecek şeylerde yaşanıyordu.
Hani Galatasaray başkanı Ünal Aysal’ın “şaibeli”; Fenerbahçe
başkanının da “kötü hakem” ilan ettiği Cüneyt Çakır var ya... İşte o adam
gitti; Avrupa’da başka hakem kalmamış gibi (Barcelona-Juventus) Şampiyonlar
Ligi finalini yönetti!
Sadece bu örnek bile Türk futbolunun nasıl “ruh hastası”
adamların elinde, nasıl “ruh hastası” haline getirildiğini görmeye yeter de
artar idi... Ama...
Kim o kadar “delikanlı” olacak idi!
Kim o kadar “g erçekçi”olacak idi!
--- Eskiden bu işler sahada olur; sahada kalır idi! Artık
öyle günlere geldik ki; sahada olanı sahada bırakmıyoruz. Dışarıya taşıyoruz;
Yalova feribotuna kadar taşıyoruz!
Maçı yok diye yanına Orhan Ak isimli eski Galatasaraylı
futbolcuyu da alan Emre Belözoğlu arabalı vapurda Beşiktaş maçı için Manisa’ya
giden taraftarlarla yumruklaşır. İşin içine Orhan Ak’ın silahı da girer! Ama
neyse ki kullanması nasip olmaz. Şayet kullanılsa... Böyle bir şeyin hesabını
kim verebilir idi!
--- Sezon başında İsmail Kartal’a imza attırırken Aziz
Yıldırım ne diyordu?
“Başarı İsmail’in... Başarısızlık benim!”
Ama nasıl bir başarı ve başarısızlık anlayışı varsa Aziz
Yıldırım’ın; başarısızlıkta “herkes” gidiyor; “bi tek o” gitmiyor!
Aziz Yıldırım takımdan çok ismin kafasını kopartacağının
sinyalini vermişti. İcraata Volkan Demirel’le başlanmıştı. Volkan’a “Artık 1.
kaleci değilsin. Kulübeyi kabul etmezsen dilediğin anda çekip gidebilirsin!”
denmişti.
E Volkan’ın başına bu geliyorsa...
Diğerlerine neler gelmezdi!
Bileti kesilenler (şimdilik) İsmail Kartal, Dirk Kuyt,
Egemen Korkmaz, Bekir İrtegün, Mert Günok ve Selçuk Şahin... Gidecekler de
sırada!
Daha 6 ay önce “Fener’den başka takımda top oynamam” diyen
Erkan Zengin’i bile Trabzon’un elinden alamayan; çok para harcıyor diye “gömü
bulmakla” itham eden Fenerbahçe, 6 ay sonra (Bekir ve Egemen’den fazla
oynayacağı muamma olan bir stopere) yaklaşık 70 trilyon bağladı!
Ondan da önce; lig biter bitmez Fenerbahçe Kongresi vardı. O
kongrede “son kez” başkan adayı olduğunu söyleyen Aziz Yıldırım mahkeme kararı
lehte de çıksa alayhte de çıksa görevden ayrılacağını açıkladı. Yerine Ali
Koç’u “varis” gösterdi.
Baştan beri bi dünya olay anlatıyoruz. Bu tabloya dur demesi
gerekenler Fenerbahçeliler... Ama onlar da durumdan hoşnut gibi; elini
kıpırdatmıyor!
Eskiden “Bize kumpas kurdular” yalanlarıyla bir kongreye
gitmişlerdi. O kongrede 10 bin kişiden 7500’ü Aziz Yıldırım’dan yana oy
kullandı.
Köprünün altından bi dünya su aktı. Yaşanan onca şey birçok
insanın gözünü açtı. Lig biter bitmez Fenerbahçe gene kongreye gitti... Sonuç:
Aziz Yıldırım 5500
Diğer aday 2500
Yani Fenerbahçe asla değişmiyor!
Fenerbahçe değişmeyi bırak;
Değişmeye bile yeltenmiyor!
Kurtulmaya bile yeltenmiyor!
--- Ve sonra bomba patladı!
“Galatasaraylı Emre” iken Fenerbahçe’ye gitmek zorunda
kalan...
O günden sonra da (biraz da şartlar gereği) hep olayların
içinde olan...
Bu vasfıyla da (Volkan Demirel’le birlikte) Aziz Yıldırım’ın
sahadaki tezahürü olarak görülen, daha da ağırı; Aziz Yıldırım’ın “tetikçisi”
gibi görülen Emre Belözoğlu’na yeni kontrat teklif edilmedi!
Ama hep böyle değil midir?
Sen kendini kullandırırsan...
Seni bi güzel kullanırlar!
İşin bitince de...
Kullanılmış mendil gibi bi kenara atarlar!
Gördük ki;
Fenerbahçe’de “kukla oynatıcı” hep aynı imiş...
Sadece “kuklalar” yer değiştiriyor imiş!
3 Temmuz’da “Cemaat Fenerbahçe’yi ele geçirmeye çalışıyor”
diye ortaya bir laf atılmış ama...
Görülen o ki;
Fenerbahçe (yaklaşık 20 sene önce) zaten ele geçirilmiş!
Şimdi kurtar kurtarabilirsen!
Fenerbahçe sanki (rahmetli) Semih Bayülken’in ah’ını almış!
20 sene önce kulüpte yaşanan tüm kargaşa ona ve onun
grupçuluğuna bağlanırdı.
Ama var ya;
Fenerbahçe asıl o zaman Cumhuriyetmiş!
Çünkü o zaman Fenerbahçeliyim diyen herkesin Fenerbahçe
üzerine edecek lafı varmış.
Şimdi öyle mi?
Şimdi o istemediği zaman, Aziz Yıldırım istemediği zaman
Fenerbahçe’ye başkan olmayı hayal bile edemiyorsun!
--- Sonra “bi bomba daha” patlar.
2000’lerin başında Dünya Kupası’ndan 3. dönebilen Türkiye;
futbolda o kadar geriye gider ki; artık Faroe Adaları’yla aynı torbalara düşer;
4. torbalara!
6 takımlı gruplarda ilk 3’e giremeyen Türkiye...
Bundan sonra kuralara 4. torbadan girecek!
İşte Türk futbolunu getirdikleri yer burası.
“Fenerbahçeliler” değişmiyor da...
“Diğer Türkler” çok mu farklı sanki!
Onlar da daha 1 hafta önce seçime gitti.
Futbolumuz güya siyasetten bağımsız...
Ama bütün her yer “Belediyespor” dolmuş!
Haliyle futbolu “siyasetten” ve “karanlık adamlardan”
kurtaramıyorsun!
Tıpkı Fenerbahçe’de olduğu gibi; (en tepedekinden onay
almadıktan sonra) TFF başkanlığına aday dahi olamıyorsun!
Öyle bir hale geldik ki;
Kupası şikeyle çalınmış Trabzonspor bile bu oluşuma oy
veriyor!
Kaça?
Söylendiğine göre 23 trilyona!
Para öyle tatlı ki;
Kimisi parayla hizaya getiriliyor; kimisi de “parasızlıkla”
imtihan ediliyor!
Sonuç;
300’e yakın TFF delegesi oy kullanmış... 4-5 tanesi hariç
hepsi “bu kirli düzene” evet demiş.
Türk futbolunu 4. torbalara düşürenler; azıcık başarılı
olsalar, kim bilir kaç oy alırmış!
Tabi ki bir ülkede olanların hepsi “siyasetle” alakalı...
Siyasetin neyse...
Kalan her şeyin de o’dur; o kadardır!
30 yıl önce Cumhurbaşkanı’nın ağzından “benim memurum işini
bilir” denen Türkler...
Şimdi en tepedeki Cumhurbaşkanı’na “hırsız” diyor!
Bunlar ülkenin 5 vakit namaz kılanı...
Siz bunları az dindarını...
Sadece Cuma’ya ya da Bayram namazına gidecek kadar dindar
olanını düşünemiyor musunuz?
Olan bitenin özeti budur!
Şimdi “bir Temmuzluk kadar” futbola (!) ara verelim.
Temmuz sonu itibariyle gene “futbol konuşmaya” devam ederiz!
Tıpkı bu konuştuklarımız gibi!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder