30 Haziran 2014 Pazartesi

GAZETECİLİK Mİ? ÖZGÜRLÜK FİLMİ İZLEMEK Mİ?

Maç bitti... Kanal değiştirirken, (Samanyolu'nda) CESUR YÜREK'in (Braweheart) yayınlandığını gördüm. O filmi görürsem; ben bir kanal daha ileri gidemem!
Çünkü aklıma hemen bi "hikayem" gelir! 

Sabah Gazetesi'ndeyim...
Müdürüm; (nur içinde yatsın;) İlker (Ateş) abi!
Trabzon'dayız... Usta Otel'de kalıyorum...
O akşam da, Trabzonspor - Fenerbahçe lig maçı oynanacak!
O zamanlar; Cine 5'in film kuşağı süper...
Şahane filmleri var!
Neyse; maç sabahı uyandım... Kahvaltımı ettikten sonra tekrar odama çekildim...
Cine 5'in film kuşağı broşürü gözüme ilişti... Baktım ki; birazdan bu Cesur Yürek (Brawehart) başlayacak.
Dedim; "Güzel..."
"Şunu bi izleyeyim!"

Yanlııız... Bi sıkıntı var!
Normalde akşam saatine kadar boşuz ama...
O zamanlar Fener'in kadrosunda Uche ve Okocha diye 2 futbolcu var. Milli maça gitmişler. O maç da çok önemli diye; "özel uçakla" Trabzon'a getirmeye uğraşıyorlar!

Uche ve Okocha (Nijerya'dan İstanbul'a gelirken;) ben filme başladım.
Tabi henüz öyle sürükleyici bir film olduğunu bilmiyorum!
Ulan film bir başladı; "Laf kaçıracağım, alt yazı okuyamayacağım" diye ödüm patlıyor!
O ara; ikide bir İstanbul'dan arıyorlar...
Uche ve Okocha'nın (İstanbul'a inişini) çekmişler; bana da "çıkış saatini" bildirip;
"Karşılarsın" diyorlar...
"Sayfaya fotoğraf yeri ayırdık" diye ekliyorlar!
"Ulan biz kaçın kur'asıyız!" diye düşünüyorum...
"Uçaktan iniş fotoğrafı olsa ne olacak? Nasıl olsa akşam adamlar formalı halleriyle sahada olacaklar" diye işi biraz "kıçımsıyorum!"

Neyse...
Filmi kaçırmamak için İstanbul'la konuşmamı mümkün olduğunca kısa tutarak İzlemeye devam ettim.
Saati verdiler; üstüne Trabzon'a uçuş süresini de koyarak "tahmini iniş saatlerini" hesap ettim.
Filme bakıyorum;
E ben başlayalı epey olmuş. Bu adamlar Trabzon'a İstanbul'dan gelecek;
"Kuş olup uçmayacaklar ya!" diye söyleniyorum.
Meğer; (galiba) uçuyorlarmış! :)

Abi film de bir güzel; anlatamam...
"Ben hayatımda böyle güzel bir  film izlemedim" diye düşünüyorum!
Bizim Uche ve Okocha Trabzon'a yaklaşmışken;
William Vallace (Mel Gibson) da; İngilizlere, İskoçların "özgürlük kavgasını" dibine kadar vermekte!
Artık film tehlikeye girmişti!
Çünkü filmin en heyecanlı sahneleri gelmişti ama...
Herifler de uçaktan inecekti!
Gelgelelim; filmi bırakamıyorum!
Bu duruma benim ağzım açık kalıyor!
Çünkü benim gibi "iş delisi"bir adam…
"İş varken filmi” tercih ediyordu!
"Uche'nin de, Okocha'nın da a….koymuşum... Ben bu filmin sonunu görmeden havaalanına çıkmam!" diyorum.
Bunda biraz Usta Otel'in havaalanına 10 dakika oluşuna...
Biraz da;
"Daha inmelerine vardır. Bu kadar çabuk gelemezler" diye; yaptığım hesaba kanıyorum!

Bu düşünceler içinde sonuna kadar filmi seyrettim!
İnat ettim; filmin sonunu gördüm!
O William Wallace denen İskoçların en büyük kahramanının; “idam edilirken (ağır çekimde) sevgilisinin mendilinin elinde sallanışını” izledim ve nefesim tutulmuş bir şekilde:
"Vay amk! Herifler ne film yapmış!" diye söylenerek, taksiyle havaalanına gittim.

Gittim ama...
Alanda bi tane özel uçak görüyorum; başka hiç bi şey yok!
Yani bizim topçular gelmiş!
Uçak orda...
Ama ortada ne topçu var, ne bi şey!
"Kimi çekicem lan ben şimdi!"dedim.

Adamlar gelmişler ve gitmişlerdi!
O sırada bi baktım; Hürriyet Gazetesi'nden Halil Özkan...
O zamanlar, (şimdiki gibi) işler digital makinalarla çekilmiyordu. Negatif renkliye çekip, bir de film laboratuarlarıyla uğraşıyorduk!
Hemen Halil Özkan'a yanaştım:
"En sevdiğim foto muhabiri sensin; biliyorsun di mi?" deyip ondan bir kare istedim!
Sağolsun; kırmadı zaten beni...
Birlikte bi fotoğrafçıya gittik.
O da sanki filme kıyamamış gibi; 2 kare çekmiş, 3 desen, yok!
Ulan; olan 2 kareye bakıyoruz; koca bir uçak...
Uche ve Okocha neredeyse görünmüyorlar!
Ama mecburen onlardan bir kare geçtim; çünkü başka seçenek yok!

Neyse... Akşam maçı da çektik...
Hatırladığım kadarıyla Fener o maçı kazanmıştı.
Yani onca yol teptirerek  Uche ve Okocha'yı o maça yetiştirmeye çalışmaları anlam bulmuştu!
Ertesi gün gazeteye gittim...
Sayfayı şöyle bi açtım;
(Size yemin ediyorum) “ayak parmak ucumdan, saç diplerime kadar terlediğimi, yüzümün kızardığını” hissettim!
Çünkü bizimkiler; (o pul kadar kullanılmayı hak etmeyen fotoğrafa) tam yarım sayfa (!) ayırmışlardı.
O gün;
O Sabah Gazetesi'ni "gözüm görmesin diye" elimden gelen her şeyi yaptım!
Başkaları okumasın diye masa üstlerinde duran gazeteleri çöpe attım!
Çünkü gördükçe; utanıyordum!
Bana "o sayfayı" bugün getirin...
Gene yüzüm kızarır!
Çünkü "perde arkası" hikayesini biliyorum!
O fotoğraf...
BENİM TÜM MESLEK HAYATIMDA...
"Önce benim keyfim...
Sonra gazetenin işi" 
dediğim; “İLK VE SON” iştir!

Ben tam bu satırları yazarken;
William Vallace'un "idam sahnesini" bir kez daha (!) izliyorum.
Yani final sahnesini…

William Wallace bağlı olduğu yerden;
"Özgürlüüüüüüüüüüüüüük"diye bağırıyor ve...
İdamı izleyenler arasında; (slow motion bir şekilde) sevgilisi ona gülerek yürüyor!
İşte o  gülüşü görünce;
Willam Wallace, "sevgilisinden yadigar mendili"elinden bırakıyor!
Mendil, yere gene "ağır çekimle" düşüyor...

Öyle etkileyici bir sahne ki; bi anda gene "o ana""o yıllara" gidiyorum.
Aklıma Trabzon geliyor, Usta Otel geliyor, Uche ve Okocha geliyor!
"Galiba filmi bırakmamakla iyi etmişim!
Baksana şu filmin şu final sahnesine" diyorum!
Ne bileyim yaaaa!
Garip bir his işte!
Braweheart; beni acayip etkilemişti.
Tamam; gazetecilik güzel de...
(Daha doğrusu o zamanlar güzeldi de...)
İnsanların "özgürlük mücadelelerini" izlemek; daha güzel!  (E.B.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder