Ortam yazmaya müsait… Brezilya-Almanya maçına da epey var ya; benim içimden
gene yazmak geldi.
Yalnız yazmaya başlamadan önce “neden yazma hissi
uyandığını” anlatayım. Sonra da “kahramanımıza” ve hikayemize geçeriz.
Sabah uyandım. Twitter’dan ne var ne yok; ona bakıyorum.
O
sırada bir haber düştü.
“TFF 2014-15 sezonunun fikstür çekimini 15 Temmuz’da
yapacak” diye…
Maçlar yok ya; o yüzden bırakın günleri; bazen “ayları bile”
karıştırdığım oluyor.
O haberi önce “sıradan” bir haber saydım ama…
Sonra 15 saniye kadar düşününce;
“Yahu daha Temmuz’un başı… Bunlar bu sene neden bu kadar
acele etmişler?” diye düşündüm.
Tamam; her sene ne zaman çekilir tam bilmem… Ama onca yıl
takımlarla yurt dışı kampa gittik. O kura çekimleri tam kamp bitimine yakın,
gurbette “hasretten bayıldığın günlerde” yapılırdı. O ara habersizlikten de
kırılmaya başlamışsın ya… O kura çekiminde ligin ilk haftasında kimle
oynayacağının, peşinden ne maçının olacağı kampa ayrı bir heyecan katardı.
Düşündüm; lig Ağustos’un ortasında…
Eeee; kura çekimini liglere 1 buçuk ay kala yapmanın mantığı
ne olaydı ki!
“Kurtlarla” dans ediyorsun ya…
Onlar kurtsa, sen de onlarla uğraşa uğraşa onlar gibi kurt
oluyorsun!
Kafamızda bi "17 Temmuz bekleyişi" var tabi…
Anında uyandım!
Bunlar akılları sıra; UEFA ve CAS’ın “Şikecileri düşür” talimatına
kendi çaplarında “efeleniyorlar!”
Yani UEFA’ya;
“Sende gündem benim takımlarımın küme
düşürülmesi olabilir ama… Bak ben ‘normal seyirde’ devam ediyorum. O yüzden
benden kimseyi düşürmemi bekleme!” mesajı verecekler.
Hala daha ne kadar rezil hallere düşülebilir; onu görmeye
çalışıyorlar!
Şimdi size eski bir dosttan bahsedeceğim...
Bu dost; benim
çalıştığım gazetede şofördü. O zaman kulüp muhabirleri olarak öyle bir rahatlık
içindeydik ki; sabah evden almaya bir şoför gelir, akşam bitene kadar kulüpte
olanı biteni birlikte takip ederdik.
Benim evim Cennet Mahallesi’nde, takip ettiğim takım
Galatasaray.
O yüzden evimle işyerim arasında sadece bir E 5 var!
Bu bahsettiğim şoför abim de; diyebilirim ki tanıdığım tüm
şoförler arasında en sevdiğim kişiydi. Babacan, muhabbeti güzel bir adamdı.
(Tabi ki hala görüşüyoruz.)
Hikayemiz birazdan “çetrefilli” (!) bir hal alacağından; biz
o şoför abimden “kod adı” ile bahsedelim.
Öyle bahsedelim ki; çok sevdiğim abimin “kişisel sağlığını”
(!) tehlikeye atmayalım! :)
O kod adı “Temel abi” olabilir; “İdris abi” olabilir; “Dursun abi” olabilir.
Hadi biz ona “Dursun abi” diyelim.
Bu Dursun abi nasıl bir adam?
Hani bazı adamlar vardır; adamın ağzına küfürlü konuşmak
bile yakışır. Dursun abi kalbi temiz bir adam ya; o yüzden ben onun küfürlü
konuşmalarına bile gülerdim!
Biz Galatasaray’ı takip ederken işimiz bittiyse Florya’dan hemen
bizim tarafa geçerdik; benim mahalleye…
Çünkü bizim mahallede Antikalar diye bir çay bahçesi var.
Orada hem çay içiyoruz, bazen 4 kişiyle, bazen de Dursun abiyle karşılıklı 51
oynuyoruz. Oyunun adı 51 ama… Biz onu "açması 81" yapınca, oynaması çok keyifli
bir oyun ortaya çıkardı. O oyunu oynarken matematik profesörü gibi olurduk.
Yerden kağıt alamazsın, açan 125 açtıysa sen 126’yı bulmaya çalışıyorsun,
anlayacağınız hem sinir bir oyun, hem de çok eğlenceli!
Bizim Dursun abi çok sigara içerdi. En sevdiğim şey onu
oyunda sinirlendirmek, sonra da o hallerinin (hemen masa üzerine koyduğum
makinamla) resimlerini çekmekti.
Dursun abi bi yandan elindeki kağıtlara sahip çıkmaya
çalışır, bi yandan çay, bi yandan sigara derken, oturduğumuz yer “duman altı”
olurdu. Özellikle onu Antikalar’a götürürdüm ki; orası açık alan. İçtiği sigara
beni pek etkilemiyor. Dursun abi’nin o hallerini görseniz; hani "kömürle çalışan
kara tren" var ya; aynı öyle; ağzından, burnundan, saçından, kaşından her
yerinden duman çıkardı! Elindeki kağıtlarla cebelleşirken daha fotoğrafını
çekerken masaya kapaklanacak kadar ona gülmeye başlardım!
Anlayacağınız Dursun abiyle birlikte olduğumuz her an
keyifliydi.
Bi gün gene Antikalar’da oyuna başlamadan önce çaylarımızı
söylemiş, masa üstündeki gazeteleri okuyorduk. Dursun abi o sırada elimdeki
gazeteyi aldı. Sayfaları çevirdi, sanki bir haberi bulmaya çalışıyordu. Sonunda
buldu:
“Bak bu şerefsiz benim kayınbiraderim” dedi.
Habere baktım; bütün Türkiye’nin konuştuğu (!) bir mafya
babasından bahsediyordu.
Ben önce dalga geçiyor sandım:
“Ya git Dursun abi… Senin ne işin olur mafya babasıyla!”
“Valla lan!” dedi.
Doğru olduğunu ispat edecek şeyler de anlatmaya başladı.
Dursun abiyi kızdırmayı da seviyorum ya;
Onu bir mafya babasıyla bırak akraba olmayı, aynı masada
tesadüfen oturmasına bile ihtimal vermiyordum.
Ama anladım ki; aynı yastığa baş koyduğu karısından dolayı
çok yakın olmak zorundalar!
Ve yine anladım ki; mafya abinin adını duydukça bizim Dursun abinin tüyleri
diken diken oluyor!
“Bu ettiğin küfürleri duymasın! Ayağından vurdurur seni”
dedim de…
“Söyleme de duymasın!” diye cevap verdi.
Dursun abi ona öyle güzel küfürler ederdi ki; o küfür
ettikçe ben gülerdim.
Ben gülüyordum ama…
O benim kadar rahat gülemiyordu.
Çünkü Dursun abinin; “atsan atılmaz, satsan satılmaz” bir akrabası
vardı!
Ben bu gerçeği duyunca, (başka zamanlarda da) bu adamın çokça
muhabbetini yapmıştık.
Bana oldum olası bu “yamuk işler” hep uzak gelmiştir.
“Yaşanacak bir hayatım var. Benim ne işim olur mafyayla,
hırsızlıkla, pis işlerle” der ve “olana da” şaşardım zaten!
İnsanın (gazeteden haberini okurken bile tüylerinin diken
diken olacağı) bir mafya babası akrabası olması nasıl bir şey; bunu Dursun abiye çok
sordum.
İşte o muhabbetlerimizden birinde Dursun abi bana “ata sözü
gibi” bir laf etti:
“Bak Engin… Hayatta bazı işler vardır. O işlere hep uzak
olmalısın.
Ama uzak olamaz da ucundan kenarından bulaştın mı var ya; işte o
zaman yandın!
O BAŞLADIĞIN İŞ, SANA KENDİNİ BİTİRTİR!
Bi kere o iş girdin mi;
bi daha ‘yapmam-etmem’ diyemezsin.
Yapmazsan; canınla ödersin!”
Dursun abi işin şifresini vermişti:
“Başladığın iş, sana kendini bitirtir!”
Ama Dursun abiden o lafı duyduktan ve kendi iç dünyamda çokça
sorguladıktan sonra anladım ki; aslında hayatın her işinde bu böyle.
Değil mi ki bir iş için bir adım atıyorsun; o işin “sonunu”
mutlaka görmek istiyorsun!
Bazen “duracağın yeri” bilemeyebiliyorsun!
Diyeceksiniz ki;
“Sadede gel! Dursun abi ne alaka; TFF’nin
kura çekmi ne alaka?”
Oraya geliyorum.
3 Temmuz 2011’den bu yana “kesinliğinden şüphe etmeyecek
teknolijik bilgilerle” Fenerbahçe yöneticilerinin şikesini konuşuyoruz.
Eski yetersiz günler olsa neyse de; teknolojinin bu kadar
geliştiği günlerde bir şike işini çözmek 3 sene sürmez!
Bizde 3 sene sürdü;
daha da kaç yıl sürdürülecek; Allah bilir!
Sürüyor çünkü;
Bizim iktidar partimiz, muhalefet partilerimiz o işi
çözüp adalet dağıtmaya değil, tam aksi şikecileri korumaya-kollamaya oynuyor!
Oysa ki sorular basit.
Şike var mı?
Var!
Bundan önceki şike yapanlara ne olmuş?
Küme düşmüşler, kazandıkları kupaları geri alınmış!
E onlara öyle oluyorsa Türkiye’de şike yapanlara neden
farklı olacak?
Olmaz! Olamaz!
Ama…
Bizim ülkeyi ve TFF’yi yönetenler garip bir ruh halinde!
Türkiye’de öyle alışmışlar ya; dünya üzerinde de kendilerini hukukun üstünde
görüyorlar.
Öyle gördükleri için de; “hukuku kilitleyerek” Fenerbahçe’yi bu
işten sıyırabileceklerini sanıyorlar!
Oysa ki UEFA’nın bu tip işlerdeki tavrı belli.
“Bana yansıtma. Kendi derdini kendin çöz. İşin bana düşerse
yakarım!”
Nitekim şimdiye kadar yaktı…
Bundan sonra da “daha beter” yakacağını açık açık söylüyor.
“Şikeci adamı ve kulübü bu alemde barındırmam!” diyor.
Bizimkiler; (akılları sıra) UEFA ve CAS ile satranç
oynayabileceklerini sanıyor.
Avrupa’dan “bilet kesme” işine yaklaşıldığı haberleri
geldikçe, bizimkilerde Fenerbahçe’yi "sonuna kadar" (!) kollayacakları sinyalini
veriyor.
Oysa ki kendileri de biliyor; bu iş kangren oldu.
Kangrenin
tüm vücudu sarmaması için parmağı ya da kolu kesip atacaksın!
Ama bunu bizim
Recep Tayyip Erdoğan’a, onun “kuklası” Yıldırım Demirören’e nasıl anlatacaksın?
Tüm bu çetrefili Fenerbahçe camiasının başına açan Aziz Yıldırım’a artık yolun
sonuna geldiğini nasıl anlatacaksın?
Oysa ki neyin ne olduğunu herkes biliyor….
Recep Tayyip
Erdoğan da, Aziz Yıldırım da, Yıldırım Demirören de biliyor!
Ama bir işe girdiler…
Sonunun olmadığını bile bile “filmin sonunu” görmek
istiyorlar!
Bizim Dursun abinin dediği gibi…
BİR İŞE BAŞLADILAR…
O BAŞLADIKLARI İŞ; ONLARA KENDİNİ BİTİRTİYOR!
Dün CAS; Sivasspor ve Eskişehirspor’u “şike yaptıkları için”
Avrupa Kupaları’na almayacağını açıkladı. UEFA da; (büyük abisi) CAS’ın
kararını “memnuniyetle” karşıladığını, "asıl bileti" kendisinin keseceğinin
sinyalini verdi.
Bizimkiler de “o açıklamalara karşılık” 2014-15 sezonunun
kur’a çekimini 17 Temmuz’dan 2 gün önceye aldı!
Ne demek istiyorlar?
“Benim gündemimde şike yapanları küme düşürmek yok!”
Sen ne yaparsan yap…
Bu işin “son”u belli!
Juventus düştü mü; o zaman Fener de düşecek!
Juventus düşmüşken; Fener; (gördüğümüz en organize şike
dosyası sözüne rağmen) düşmezse, UEFA bundan sonra şike yaptığı için kimseyi düşüremez!
Yani “şikeye
sıfır tolerans” diyen adam; ŞİKEYİ LEGALLEŞTİRECEK!
Aklınız buna kesiyor mu?
Şimdi bizim kurnazlar UEFA ve CAS’la dans ediyor ya…
Bundan sonra olacağı şu:
UEFA “düşür” diyecek!
Bizimkiler de “Düşürmem” diyecek.
Öyle ya; baksanıza, "ortalık güllük gülistanlıkmış gibi" yeni
sezonun fikstürünü çekiyorlar!
Yani onların bir şike sorunu yok!
UEFA dinler mi?
Dinlemez tabi!
“O zaman benim organizasyonlarım senin bütün takımların gibi
Milli Takımına da yasak!” der…
Bu cezaların 8-10 yıl olacağı konuşuluyor!
Diyelim ki bizimkiler buna rağmen düşürmedi.
Öyle; “Tamam cezalarımızı çekelim. Senin organizasyonlarına
kaldığımız yerden devam ederiz” demek yok!
8-10 yıl sonra döndün ya;
O kesmediği bileti kesecek,
Düşürmemek için direndiğin takımları düşürecek;
UEFA’nın organizasyonlarına
ancak ondan sonra katılabileceksin!
Bizimkiler “işin başından beri” nasıl boktan bir yola
girdiklerini biliyordu.
Ama şartlar onları bu yola girmeye itti.
Bizimkiler; tüm dünyanın "kendileri ve Fenerbahçe’nin
etrafında döndüğünü" sandı.
Öyle olmadığını anladılar ama…
Hala bu işi bir “poker mantığıyla” yürütmeye çalışıyorlar!
Akılları sıra…
UEFA’nın merakla beklenen “17 TEMMUZ KARARLARI” öncesinde
adeta “15 TEMMUZ FİKSTÜR ÇEKİMİ” ile futbolun Avrupa şoförüne REST ÇEKİLİYOR!
Recep Tayyip Erdoğan;
Şenes Erzik;
Yıldırım Demirören;
Aziz Yıldırım ve bütün Fenerbahçe camiası BİR YOLA GİRDİLER…
BİR İŞE GİRDİLER!
O BAŞLADIKLARI İŞ;
BAKALIM ONLARA KENDİNİ BİTİRTECEK Mİ?
Bakalım bu çılgın adamlar;
Fenerbahçe’yi kurtarmak adına bütün Türkiye’yi ateşe atacak
mı?
Birlikte göreceğiz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder