Farkında mısınız; (perde ardında neler oluyorsa) bu aralar
Fenerbahçe cephesinden ve şike koruyucularından hep aynı şey pompalanmakta. Bu
aralar oluşturulmaya çalışılan “algı” hep o yönde:
“Ne olmuş kardeşim? Şikeyi bi tek biz mi yaptık? Bu ülkede
şike yapmayan, teşvik primi vermeyen mi var?”
Oysaki ilk planda verilen kavga hep “Biz şike yapmadık”
şeklindeydi. Ama bugünlerde adeta makas değiştiriliyor, Fenerbahçe ve
Beşiktaş’ın zaten içinde olduğu torbaya “başkaları da” atılmaya çalışılıyor.
Hatta buna Sezen Aksu’dan şarkılarla destek veriliyor:
“Masum değiliz; hiç birimiz...”
Ben o tarihten sonra olanlara yakınen şahidim. Bugünden o
günlere dönerek baktığımda görüyorum ki 1986-87 sezonunda Galatasaray’ın 14 yıl
aradan gelen şampiyonluğuyla sonuçlanan o senede yaşananlar Türk futbolu
açısından MİLAT imiş!
Hazır Aziz Yıldırım daha geçen hafta 4-2 kaybedilen Antalya
maçından sonra:
“Bu ülkeye şikeyi Galatasaray getirmiştir. Ankaragücü’ne 8 gol
atmalar, Malatya’ya giden arabalar...” dedi ya; ordan devam edelim.
Ordan devam edelim ama...
Ülkenin o yıllardaki futbol iklimini tarif edebilmek için
1986-87’den 1 sene önceye; yani 85-86 sezonuna gidelim.
Galatasaray 15 yıla yaklaşan şampiyonluk hasreti yüzünden o
sene çok enteresan bir şey yapmış... Avrupa Şampiyonası’nda hüsran yaşamasını
da fırsat bilerek Almanların ünlü hocası Derwall’i Florya’ya getirmiş...
Bu çok büyük bir olaydı... O günler için hayalden de öteydi...
Çünkü Türklerin o yıllarda henüz çim sahası bile yoktu. Derwall Florya’ya
ayak bastığında Galatasaray’ın en iyi sahası kırmızı topraktandı. Almanların
ünlü hocası futbolda esamisi okunmayan Türkiye’ye neden gelsindi. Ama hayal
gerçek olmuştu.
Maçlar başlar; Galatasaray sezon boyu iyi de gider. O kadar
ki; son hafta geldiğinde Galatasaray hala YENİLGİSİZ idi. Yenilgisizdi ama...
Son haftaya girildiğinde ipler Beşiktaş’ın elindeydi. Şayet Trabzon’da Beşiktaş
Trabzonspor’u yenerse ligi şampiyon bitirecekti. Kalan 2 skor Galatasaray’a
yarıyordu. Şayet o olursa Türk futbolunda bir takım ilk kez YENİLGİSİZ şampiyon
olacaktı.
Haaa; bir ihtimal daha vardı; onu da Galatasaray muhabirleri
Derwall’e soruyordu:
“Hocam; Beşiktaş Trabzonspor’u yense bile Galatasaray’ın
evinde Sarıyer’i şampiyonluğa yetecek bir skorla yenmesi mümkün değil mi?”
Alman hocanın cevabı çok tarihi idi:
“Beyler... Sarıyer futbol takımı; caz takımı değil!”
Yani Derwall ancak ve ancak (Beşiktaş puan kaybederse)
şampiyon olacaklarını düşünüyordu. Aksi durumda hiç mi hiç umut yoktu.
Nitekim Derwall’in tahmin ettiği gibi oldu ve Gökhan
Keskin’in attığı tek golle Türkiye’nin en zorlu deplasmanından aldığı 3 puanla Beşiktaş
İstanbul’a şampiyon döndü.
Galatasaray mı?
Onlar da yenilgisiz ikinci!
İki takım da ligi 56 puanla tamamlamış; Galatasaray’a karşı
+44’e +37 üstünlük sağlayan Beşiktaş AVERAJLA şampiyon olmuştu.
Bakmayın buraya öyle yazıyoruz ama...
Kahvehanelerde Galatasaray’la dalga geçiliyordu!
Çünkü koca bir sezon yenilgi almamak büyük olaydı ama... Hiç
yenilmediği sene bile şampiyonluğun gelmemesi yüzünden Galatasaraylılarla “Daha
nasıl şampiyon olacaksınız ki? Yenilmemek bile size yetmiyor!” sözleriyle alay
ediliyordu.
İşte bugünden geriye baktığımızda “O sene Türk futbolu için
milatmış” dediğimiz 1986-87 sezonu “bu ruh haliyle” başlar.
Sanırım Galatasaray camiasının nasıl gergin olabileceğini
söylememe gerek yok.
Neyse...
O sene de yarış gene Beşiktaş ve Galatasaray arasında devam
eder. Ligin bitmesine 4 hafta kala iki takımı gene AVERAJ ayırmaktadır.
Artık lig hata kaldırmayacak boyuttadır. Ancak o hafta
Galatasaraylı nispeten daha umutludur. Kendisi (kümede kalmaya oynayan) Rize
deplasmanındadır. Ama rakibi Beşiktaş’ın maçı Fenerbahçe iledir.
Fenerbahçe’nin hiçbir iddiası yoktur ve hafta içi basında
Beşiktaş’a maçı verecekleri, sıkmayacakları konuşuluyor. Arşiv orada;
Hürriyet’ten Alaettin Metin bir haber yapmış:
“Maçı onur maçımız olarak görüyoruz. Maçı bırakacağımızı
düşünenler yanılacak!” diyor Fenerbahçeli futbolcular...
Maç oynanmış ve Fenerbahçe (averajın eski sistem olduğu
günlerde) Beşiktaş’a bi güzel (!) 4-0 yenilmiş.
Oysa hafta başında 2 takım da puan puanaydı. Geçen sene yenilgisizken
şampiyonluğu (averajla) kaybeden Galatasaray, şampiyonluk hasretine 1 yıl daha
mı ekleyecekti?
İşte ne olduysa o hafta oldu!
Rize’de alınan yenilgi ve Beşiktaş’ın Fenerbahçe’yi çok
rahat yenerek ipleri eline geçirmesi Galatasaraylı taraftarları Florya’ya
yığmıştı. Dünyaca ünlü Alman hoca gerçek bir linçten dönmüş; taraftarların
elinden güç bela kurtulmuştu. Elin Almanına bu olaylar elbette çok inanılmaz
geliyordu ve bu olaylar onun (ve yardımcısı Mustafa Denizli’nin) istifasıyla
sonuçlanmıştı.
Düşünün; henüz lig bitmemişti ama Galatasaray hocasız
kalmıştı!
Her kafadan bir ses çıkıyor, sadece yönetici Ergun Gürsoy
herkese ligin henüz bitmediğini anlatmaya çalışıyordu.
Burada araya
giriyorum.
Hani Aziz Yıldırım daha geçen hafta sonu arabaların gittiği
Malatya maçından bahseder ya...
Vicdanını henüz kaybetmeyen, ruhen ve bedenen salak olmayan
herkes (oraya gelene kadar) bu 33. haftayı konuşmak zorundadır!
Bu 33. haftayı öncelikle Fenerbahçeli ve Beşiktaşlı dostlar
konuşmalıdır. Onlar hemen hemen 30 yıldır bu arabaların gittiği Malatya maçına,
90’da frikikten çakan Denizlili Erol’a sallar ama... Nedense bu 33. haftada olana-bitene
hiç kafa yormazlar!
İşte bu yazı 33. haftaya kafa yormak içindir.
İddia ediyorum;
O 33. hafta konuşulunca Beşiktaşlı ve Fenerbahçelinin
1986-87 sezonunun 34, 35 ve 36. haftasında yaşanılanları konuşmaya pek mecali
kalmayacak!
Peki ne olmuş 33. haftada?
Aynı şey bugün olsa; Rize’deki Galatasaray’ın mı takılması
daha muhtemeldir; yoksa hiçbir iddiası olmasa da Fenerbahçe önündeki
Beşiktaş’ın mı?
Hadi takılmadılar diyelim...
Bu iki maça çıkarken hangi takım “averaj” düzeltebilir?
Rize önündeki Galatasaray mı?
Yoksa Fenerbahçe önündeki Beşiktaş mı?
Arşiv gene orada...
Ergun Gürsoy o ara o kadar çok suçlanmış ki; Galatasaray’ın
2-1 kaybettiği Rize maçında Beşiktaşlı yönetici Metin Keçeli’nin yeğeni Şeref
Keçeli’nin Rizespor soyunma odasında teşvik primi verdiğini (Hürriyet’ten) Oğuz
Tongsir’e söyler.
Gürsoy’un iddiası gayet net!
Ve daha 33. hafta!
Hani “Türkiye’ye şikeyi Galatasaray getirdi” diyor ya
Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım... 33. hafta detayına bu yüzden dikkat
çekiyorum.
Gelelim 34. haftaya...
Hani Beşiktaş Fener’i 4-0 yenerken Galatasaray Rize’ye 2-1
yenildi ya... Devrin Cumhurbaşkanı Turgut Özal bile sportif yorum yapma
ihtiyacı duyuyor!
Özal; “100’de 99.9 şampiyon Beşiktaş” diyerek adeta (fanatik
Beşiktaşlı eşi Semra hanıma) “Bayrakları hazırla Semra hanım” mesajı çakıyor!
Turgut Özal Fenerbahçeli... Ama gene o günün gazetelerine
“Semra hanım evde üzülürse ben de üzülürüm” diyor.
O hafta da maç Malatyaspor-Beşiktaş arasında... Ve Turgut
Özal Malatyalı!
Malatyalılar Turgut Özal “öl” dese ölecek kadar Turgut beyi
seviyor. Turgut Özal “100’de 99.9”
diyerek “gönlündeki” şampiyonu ilan ediyor! Artık “Emir demiri keser” mi
dersiniz; orasını bilmem!
Maç hazırlıkları Beşiktaş açısından bu havada başlıyor.
Beşiktaş o hafta “şampiyon gibi” çalışıyor ve Malatya’ya da kendinden çok emin
bir şekilde geliyor.
O maç öncesinde yaşananları arşive uzanan her el çok
rahatlıkla okuyabilir. Öyle bir ortammış ki; deyim yerindeyse basın ile
takımlar adeta nefes nefese imiş! Aralarında en küçük bir sır yokmuş.
İşin enteresan tarafı şu:
Malatyaspor’un başkanı Turan Çevik (1 dönem önce) Beşiktaş’ta Süleyman
Seba’nın 2. başkanı... Yani şöyle düşünün... Aziz Yıldırım Fenerbahçe başkanı;
onun 2. başkanı olan Mahmut Uslu da Fenerbahçe’nin şampiyonluk için o çok önemli
maçında rakibin başkanı...
Rivayet odur ki; başkan Süleyman Seba da Malatya’da oteldedir.
Sohbet-muhabbet gırla iken Seba’nın üzerine kahve dökülür. Ve yine rivayet odur
ki; o kahve Seba’nın üzerine kasten dökülür! Temizleyeceğiz bahanesiyle Seba
odalardan birine çıkacak; orada maçın kaça bağlanacağı (!) konuşulacak.
Ama Seba dümene uyanıyor!
Sportmenliğinden mi; yoksa cimriliğinden mi bilinmez;
Süleyman Seba’nın “Nasılsa kazanırız” dediği o maç için akçeli ilişkilere
girmediği anlatılır.
Maç öyle bir hal almıştır ki; (Beşiktaşlı olmasa da) Fenerbahçeliliği ile bilinen Emin Cankurtaran’ın Beşiktaş’ın şampiyon olması
için kulis yaptığı bile ortalığa yayılır. Bu ortamda Galatasaray’ı umutlandıran
tek şey iki eski futbolcusu Metin Yıldız ve Adnan Esen’in Malatyaspor’da forma
giyiyor olmasıdır.
O maç oynanır ve kimsenin beklemediği bir sonuç çıkar. Hoş,
o seneki Malatyaspor Ünal’lı, Oktay’lı ve Feyzullah’lı kadrosuyla ligi 6.
bitirmiştir. Ama ülkenin Cumhurbaşkanı bile Beşiktaş’ı 100’de 99.9 şampiyon
ilan etmişken Malatyaspor’un Beşiktaş’ı 1-0 yeneceğini pek kimse tahmin
etmiyordu.
Derwall’i tüm yalvarmalara rağmen geri döndüremeyen
Galatasaray ise tecrübesiz Mustafa Denizli’yle Kocaelispor’u 2-1 yenerek
puanları yeniden eşitlemişti. Artık geriye 2 hafta kalmıştı ve o kayba rağmen
Beşiktaş Galatasatay’a karşı +39’a +28’lik averaj üstünlüğü ile gene ipleri
elinde tutuyordu.
Kalan 2 haftada “sinirleri sağlam kalan” şampiyon olacaktı.
Ama bu sefer psikolojik üstünlük Galatasaray’a geçmişti.
Çünkü Galatasaray açısından olanın adı şuydu:
“Ölü dirildi!”
Ölü dirilir mi?
Beşiktaş’ın Malatya’da kaybetmesi “aşağı yukarı” o anlama
geliyordu.
1 hafta önce şampiyon gibi çalışan Beşiktaş’ta ise ağızları
bıçak açmıyordu. Akıllara bir kere “Buradan şampiyonluk kaçar mı?” düşüncesi
girmişti. O stresin Beşiktaşlı futbolcuları keman yayı gibi gereceği çok
aşikardı.
35. haftada Beşiktaş
ligde hiçbir endişesi olmayan Denizlispor önündeydi. Keza Galatasaray da kümede
kalma savaşı veren Antalyaspor’la... Malatyaspor şokuna rağmen averaj üstünlüğüyle ipler hala Beşiktaş'ın elindeydi.
İnönü’de Beşiktaş durumu 1-0 yapmıştı. Gelecek 1 gol
Beşiktaş’ı çok rahatlatacaktı. Ama o lanet olası top bir türlü kaleye
girmiyordu. Oyunun sonları geldiğinde Denizlispor tehlikeli bir yerden frikik
kazanmıştı. Tribünlerdeki binlerce Beşiktaşlı o vuruşun gol olacağını adeta
hissetmişti. O gol yenirse bir daha telafi edilemez dakikalar oynanıyordu ve
frikiklerin usta ismi Erol o vuruşu filelere yollayarak ligin kaderini
değiştirmişti. O coşkuyla birlikte Antalya kalesine yüklenen Galatasaray
İstanbul’a hem 3 puan, hem de şampiyonluk iplerini eline alarak dönüyordu.
Artık sadece 1 hafta kalmıştı ve Galatasaray evinde
Eskişehir’le oynadığı maçı kazanırsa (Beşiktaş’ın sonucuna bakmadan) şampiyon
olacaktı.
Tabi İstanbul’da her şey terse dönmüştü. Daha 2 hafta önce
krallar gibi el üstünde tutulan Beşiktaş teknik direktörü Milutinoviç aynı
Derwall’in kaderine maruz kalıyordu. Öfkeli taraftarlar “Avucunuzdaki
şampiyonluğu verdiniz” diyerek kulübün camını çerçevesini indiriyordu.
Son hafta pek umudu kalmayan; ve dahası artık stresi
kalmayan Beşiktaş ligin dibindeki Bursaspor’u 2-0 yeniyordu. İş, Ali Sami
Yen’deki Galatasaray’dan gelecek haberdeydi.
İşte ben o gün o stattaydım!
İşte o şampiyonluk benim Galatasaray’ın “gözümle gördüğüm”
ilk şampiyonluğuydu!
Daha birkaç tane vardı ama; küçüktüm; onların hiç birini
hatırlamıyordum.
14 sene şampiyon olamayan Galatasaray beni askerlik yaşıma
getirmişti. Ama galiba o gün şampiyonluk denen o sihirli şeyle tanışacaktık.
Bi not daha... Biz Galatasaraylılar o şampiyonluğu öylesine
özlemle beliyorduk ki; (ertesi gün bilet bulamayız diye) geceyi eski açığın
önünde uyuyarak geçirmiştik!
İşte... Beni askerlik yaşıma kadar şampiyonluk hasreti
içinde bırakan Galatasaray’ın “Milat’mış” dediğim ilk şampiyonluğu!
Şimdi size soruyorum:
Şike bilen, şikeyi ülkeye getiren bir takım 1 şampiyonluk
için 14 sene bekler mi?
İşini şikeyle bitirmeyi düşünen bir kulüp Almanya’dan
Derwall adında bir devi getirir mi? Şayet bir takım onu ülkeye getiriyorsa
işini çok bilimsel yapacaktır. Sırtını o Alman’a dayayacaktır.
Peki 1 sene önce kaçmış şampiyonluğa ne diyeceksiniz?
Bir takım yenilgisiz 2. olmayı kabullenebilir mi? Hem de (Trabzonlu)
Ergun Gürsoy gene yöneticiyken, Beşiktaş’ın da kader maçı Trabzon’da Trabzon’la
iken!
Siz Galatasaray’ın yenilgisiz 2. olduğu 1985-86 sezonu için
hiçbir Beşiktaşlının “ağladığını-sızladığını” duydunuz mu?
Duyamazsınız!
Bu, Beşiktaşlının genel karakteristik özelliğidir!
Ne zaman ki onlar yener ve şampiyon olur; onlar hak
etmiştir. Ama ne zaman ki şampiyonluğa ulaşamazlar; o zamanlar onlar “şerefli” ikinci,
şampiyon olanlar da “şikeci şerefsiz”ler olmuştur!
Ben 1986-87 sezonuna
boşuna “Milat” demiyorum.
Çünkü Galatasaray o
sene de şampiyon olamasa belki de bir daha asla toparlanamayacak, “Buradan bile
şampiyon olamıyorsak biz lanetlenmişiz” diye karalar bağlanacaktı.
Ama o şampiyonluk Galatasaray (ve Türk futbol tarihi
açısından da) çok önemli... Çünkü o şampiyonluğun getirdiği moralle Galatasaray
(önündeki yıllarda) Beşiktaş ve Fenerbahçe’yi göğsüne taktığı yıldızlarla da
geçecek, Avrupa’dan UEFA ve Süper Kupalar getirecekti.
Kimbilir; belki de Beşiktaş ve Fenerbahçelilerin bu işte
“ortak” olmaları, sesleri gür çıksın diye birbirlerine “magefon” olmaları bu
yüzden!
Kolay mı; Galatasaray bu gergin atmosfer içinden hem
Beşiktaş’tan, hem Fenerbahçe’den, hatta ve hatta devletin idare edenlerinden
bile şampiyonluk kapmış!
Bu kapanacak yara mı?
Unutulacak kahır mı?
Dileyenle dilediğini tartışırız! Bildiğimizi, yaşadığımızı
masaya yatırırız!
Ama biri Galatasaray için “Türkiye’ye şikeyi Galatasaray
getirdi. En çok onlar şike yaptı” derse onu önce bu 1986-87’nin 33. haftasına
götürür; “Bu hafta kim kimi ketenpereye getirmeye çalışmış?” diye sorarız!
Ben; (bu tabloya bakarak) henüz “gık” diyebilen Fenerbahçeli
ve Beşiktaşlıyı görmedim!
Şayet bir insanda vicdanın kırıntısı bile varsa o 33.
haftada kimin kime ne yapmaya çalıştığını şıp diye görüyor!
Haaa; Galatasaray tertemiz mi?
Galatasaray (iddia edildiği gibi) Malatyaspor ve
Denizlispor’a teşvik primi vermedi; “benim için oynayın” demedi mi?
Ben o kadar aptal mıyım?
Ben size ünlü spor yöneticilerinden İhsan Kalkavan’ın (televizyon
mikrofonlarına) açık açık “Teşvik primi vereceğim” dediğini ispat ederim!
Sahada ter dökenlerden (dünya beyefendisi) Metin Tekin’in
bile “Para için değil ama hatır için ben de şike yapmışımdır” dediği ortada...
Bunun bu kadar aleni söylenebildiği bir ortamda “Galatasaray
asla teşvik primi vermemiştir” demem de, diyemem de!
Çünkü ben hayatta tek bir kişiye kefil olabilirim; o da...
Kendime!
Fenerbahçeli ve Beşiktaşlılar buyursun...
1986-87 sezonunun son 4 haftası linkte ekli... Orada 4
Galatasaray, 4 Beşiktaş toplam 8 maç var...
Her maç sidik zoru iken bir tanesi (!) “Yok artık” dedirtecek
kadar farklı bitmiş.
Sanki takımlardan biri diğerine “Buyur geç” demiş!
Ve sanki gene takımlardan biri (sırf Galatasaray Alman
Derwall ile) şampiyonlukla tanışmasın diye elinden geleni yapmış!
Beşiktaşlıyı da bekleriz; Fenerbahçeliyi de...
Ama o 30 yıldan beri bitiremedikleri (34. hafta)
Malatya-Beşiktaş, (35. hafta) Beşiktaş-Denizlispor maçlarıyla girmeyiz olaya...
Onları 1 hafta önceye çekeriz;
33. haftada ne olmuş, bunu onların ağzından dinleriz!
Başta Aziz Yıldırım; Fenerbahçeli ve Beşiktaşlıların kendi
tarihleriyle yüzleşmeye niyetleri var mı; bunu bi görelim.
Hele şunu bi yapalım;
Belki de Beşiktaşlı ve Fenerbahçeli “Biz Malatyasporlu ve
Denizlisporlu futbolculara çok ayıp etmişiz” diyecek.
İşte ben en çok onu iddia ediyorum.
1986-87 sezonu başlangıç imiş!
Ve kader o 2 “kanka”yı
2010-11 sezonu sonunda Metris’te buluşturdu!
O yılları birebir yaşayan biri olarak diyorum ki;
“Allah’ın sopası hep vardır. Sen yeter ki görmeyi iste!”
O sene “al gülüm ver gülüm”le Galatasaray’a teşvik priminden
başka seçenek bırakmayanlar bugün kalkmışlar Galatasaray’a ahlak dersi
veriyorlar!
Soruyorum okuyana...
Sen Galatasaray’sın ve şampiyonluğa hasretsin... En büyük 2
rakibinden biri (sen şampiyon olmayasın diye) diğerine yol vermiş.
Peki bu şike midir?
Malatyaspor ve Denizlispor (teşvik primi aldı diye) tu kaka
ise; Fenerbahçe’nin Beşiktaş’a averaj takımı olmasının adı nedir?
Benim gördüğüm ve anladığım şu:
Galatasaray bu işlere girmemek için sonuna kadar direnmiş.
Ama baktı ki olmayacak; sonunda “Ehhh yeter be!” diyerek Fenerbahçeli ve
Beşiktaşlının “anlayacağı dilden” konuşmuş.
Elbette 4-0’ı savunmaya kalkacak birileri çıkacaktır.
“Ne olacak? O yıllarda Beşiktaş Fener’i hep yeniyordu”
diyecektir.
Diyeceğiz ki;
“O yıllar daha 1986-87’den başlamaz... Daha ileriki
yıllarda...”
Ve Beşiktaşlıya bir şey daha sorarız:
Sıkmayan Fener’e 4 atmak kolaydı...
O maça hiç gıkın çıkmıyordu...
Ne oldu?
Denizlispor biraz sıkınca ve 2-0 yaptırmayınca;
Kötü mü oldu?
Fener yol verince “Aslanım Fener”...
Ama Malatya ve Denizli “oynadı diye”:
“Şikeci şerefsizler!”
http://futbolunsifreleri.blogspot.com.tr/2011/02/1986-87-sezonu-son-4-hafta.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder