***
Giriş notu:
Bu yazı aslında Fenerbahçe’nin bu sene neyin bedelini
ödediğini anlatır.
***
Bu yazıya hazırlanmak benim için de çok anlamlı oldu aslında...
İçinde yaşadığım şeyleri yeniden hatırlamak için sadece hafızamın yetmeyeceğini
kabul edersiniz değil mi? O yüzden en az 3-4 kez soluğu kütüphanede aldım.
1994-95 sezonunu yazacağım... Yani 20 yıl kadar önceyi...
Benim gözümde 1994-95 sezonu Türk futbolunda çivinin ilk çıkmaya
başladığı, sportif terörün statlara davul zurnayla davet edildiği sezon olmuş...
Bi de;
1994-95 sezonu benim kişisel tarihim anlamında o kadar
önemli ki!
Çünkü 2 kızım var, biri 93’lü, biri 95’li...
Yani bu çalışmayı yaparken ben o yıllarda hangi
gazetedeymişim, o sabah ne yapıyor muşum, hepsini bir bir andım.
Efes Pilsen basketbol takımı Atina’ya giderken 1. sayfalara
haber olacak kadar ağır bir uçak faciasından dönmüş mesela... O günü hemen
hatırladım! Çünkü ben de o uçaktaydım ve kalkışta sol motorlardan birinin alev
aldığını gözlerimle görmüştüm.
Arşivi ağır ağır çevirirken 21 Şubat 1995’e geldiğimizde; “Aaa,
bugün Esra’mın doğduğu gün!” dedim. Düşündüm; o sabah ne yapıyordum?
Bi defa kesinlikle Yeni Yüzyıl’daymışım!
Futboldan nispeten kopmuş, birinci spor yapılmaya çalışılan
basketbol ve voleybola daha çok gider olmuşum. Futbola ve Galatasaray
antrenmanlarına da gidiyormuşum elbet... Ama o 21 Şubat 1995 sabahı yok mu? O
sabah Altan’larla (Tanrıkulu) birlikte halı sahada maçtayım. Daha maça çıkarken
Nurcan doğum sinyalleri alıyor, bana “Hastaneye gidelim” diyor. Ama ben “Olmaz
bir şey” diyerek maça gitmişim! Okurken “Ne adammışım?” diye gülümsüyorum.
Nurcan beni doğuma gitmek için evde bekliyor, ben halı sahada top oynuyormuşum!
Gittik; 2 numaram Esra tam da o gün doğmuştu!
Yani...
1994-95 sezonu benim bugüne kadarlık ömrümün diğer
yarısıdır!
Sizin için ‘20 yıl’ belki sadece rakamdır... Ama benim için
‘boyumca olmuş biricik evlatlarım’dır.
Şunu özellikle belirtmek isterim. Bu çalışma sırasında şunu
çok net gördüm. Hani ara ara 3 Temmuz şike sürecinde gazetecilik mesleğini Şansal Büyüka'nın yanında öğrenmiş bazı Milliyet’çilerin mesleklerine ihanet ettiklerini... Doğru
haberin ve gerçeğin yanında olmaktansa Fenerbahçe amigosu olmayı tercih
ettiklerini yazmıştım. Bu çalışmayı yaparken “Bana sadece Milliyet yeter!” diye düşündüm.
Bu fikrimde o kadar haklıymışım ki!
Bir gazetenin spor servisi bu kadar mı güzel gazetecilik
yapar be arkadaş! Bir gazetenin spor servisi bütün kulüplerin nabzını bu kadar
mı güzel tutar!
Kaldı ki Şansal Büyükalı yıllar da değilmiş. Gazetelere
verilen ilanlardan anlıyorum ki; Şansal Büyüka o yıllarda (epey yer gezdikten
sonra) artık Kanal D’de... Cağaloğlu’ndaki Milliyet de artık İhsan abiye
(Topaloğlu) emanetmiş.
O dönem şu açıdan önemli...
İhsan Topaloğlu’na kadar Milliyet gazeteyi adama arkadan
okuturdu!
Bu ne demek?
O zamanlar Milliyet’in spor sayfası arka kapakta... Sen
vapura bindin; ön taraftan siyasi haberleri okuyorsun ya... Karşındakiler de
senin gazetenden Spor’da ne var ne yok, onu okuyor olurdu!
Milliyet Spor’un arka kapaktan iç sayfalara alınması o yıllarda İhsan
Topaloğlu’nun başarısızlık hanesine yazılmıştı. Ama hiç gerek yokmuş; çünkü
Milliyet Spor’cular “aslan gibi” gazetecilik yapıyormuş!
İhsan abi ve ekibine bu hakkı teslim edelim. Ama o servisin bazı adamlarına da:
“Gidin arşivi okuyun da bugün gazetecilikten ne kadar
vazgeçmişsiniz, kendi gözlerinizle görün!” diyorum.
Ben 20 yıl öncesine yazmaya niyetlendim ya... Gelin biz o
rakamı 30 yıla çıkaralım!
Çünkü ben bir Galatasaraylı olarak Türk futbolunun
son 30 yılına (çoğunlukla olayların içinde) yakinen şahit oldum. Ondan öncesini kimseyle tartışmam. Ama bu 30 seneyi 'kim isterse' onunla tartışmaya hazırım.
Biz filme 1985-86 sezonundan başlayalım.
Askere gidecek yaşı gelmiş üniversite çağında bir Galatasaraylıydım. Ama arkadaşlarım beni:
Askere gidecek yaşı gelmiş üniversite çağında bir Galatasaraylıydım. Ama arkadaşlarım beni:
“Tamam Galatasaray’ı tutuyorsun da... Sen bu tuttuğun
takımın şampiyonluğunu gördün mü?” diyorlar.
Ne yalan söyleyeyim; görmedim!
Galatasaray’ın birkaç
şampiyonluğu vardı ama ben onları hiç hatırlamıyorum!
1985-86: Lig şampiyonu BEŞİKTAŞ... Derwall’in yönettiği
Galatasaray bu seneyi YENİLGİSİZ ikinci bitirmiş! Galatasaray’ın şampiyon
olamama sayısı 13 olmuş ve bu yüzden camia barut fıçısı gibi! Hababam Sınıfı filmlerinden de anlıyoruz ki bu
yıllarda herkes Fenerli! Sadece Fener’e yenilecek bir takım lazım olduğunda
akıllara Galatasaray geliyor! İlginçtir; o filmlerde Galatasaray’ı sadece
kızlar (!) tutuyor. Yani... “Erkek adam Fenerli olur!” düşüncesini şuuraltına
kazıyorlar!
1986-87: Şampiyon GALATASARAY... İşte benim gözümle
gördüğüm, gözümle görmek için stat önünde yattığım ilk şampiyonluk! O yıllarda henüz gazeteci değilim; okulunda öğrenciyim!
Tam 14 sene süren hasret artık sona ermiştir. Geçen sene yenilgisiz olmasına rağmen hedefe ulaşamayan Galatasaray’ın bu şampiyonluğu cebe koymasını bugün Fenerbahçeliler ve Beşiktaşlılar hala (!) hazmedemez.
Tam 14 sene süren hasret artık sona ermiştir. Geçen sene yenilgisiz olmasına rağmen hedefe ulaşamayan Galatasaray’ın bu şampiyonluğu cebe koymasını bugün Fenerbahçeliler ve Beşiktaşlılar hala (!) hazmedemez.
Neden?
Malatyaspor Beşiktaş’ı yenmek için güya teşvik primi almış!
Diyelim ki aldılar... Ama Galatasaray ve Malatyaspor’a (oynadı diye) laf eden
Fenerbahçe ve Beşiktaşlılar o sene Fener ile Beşiktaş arasındaki ilişkiyi (!)
vicdanlarıyla açıklamak zorundalar.
Öyle bir lig ki; Malatya Beşiktaş’ı yeniyor, Denizli İstanbul’da Beşiktaş’la
berabere kalıyor. Rizespor Galatasaray’ı yenerek ünlü Alman devi Derwall’i
Florya’da lincin eşiğine getiriyor. Ama Fenerbahçe ile Beşiktaş oynuyor ve
atılan-yenilen her golün altın değeri taşıdığı ligde Fenerbahçe Beşiktaş’a 4-0
yenilerek averaj yaptırıyor!
Biz bu ruh haline “Fenerbahçe kimin şampiyon olacağına kimin
olmaması gerektiğine kendi kafasında karar vermiş” diyebilir miyiz?
Demin ne dedik?
O soruya önce vicdanınızla cevap arayacaksınız!
1987-88: Lig şampiyon gene GALATASARAY. Normal... Çünkü
Galatasaray artık şampiyon olamama stresinden kurtulmuş! Türklerin ve gurbetçilerin
iyilerinden oluşan takım artık takır takır top oynamaya başlamış. Yaşı 50’lere
gelen her Galatasaraylı 2 takımı hiç unutmaz. Birisi UEFA Kupası alan Hagi’li
Galatasaray; diğeri de Tanju, Uğur ve Prekazili bu 87-88 Galatasaray’ı!
Neden peki?
Çünkü bu takım 3-0 yenildiği maçın rövanşında Neuchatel’i
5-0 yenerek Türk futbolunun MİLADI olmuş!
Hangi takımdan olursanız olun; şayet Türkler bugün Dünya
3.sü olduysa o günlere gelmede 1987-88 Galatasaray’ı çıkış noktası olmuştur.
Bunu aksini kimse iddia edemez. Türk futbolunun tarihini araştıracaksanız “Neuchatel’den önce” ve
“Neuchatel’den sonra” diye bir şey vardır.
İşte o milada sebep olmuş o
Galatasaray’ın Türkiye’de şampiyon olması da çok büyük sürpriz sayılmamalı;
değil mi?
1988-89: Lig şampiyonu 3 yıl aradan sonra gene FENERBAHÇE...
1989-90: Lig şampiyonu BEŞİKTAŞ...
1990-91: Lig şampiyonu BEŞİKTAŞ...
1991-92: Lig şampiyonu BEŞİKTAŞ...
1992-93: Lig şampiyonu GALATASARAY...
1993-94: Lig şampiyonu GALATASARAY...
Burada bir ‘es’ verelim ve projeksiyonlarımızı
Galatasaray’ın 1992-93 şampiyonluğu sonrasına çevirelim.
Galatasaray o seneyi şampiyon tamamlayınca olabilecek en
anlamlı şampiyonluklarından birini kazanmış oldu. Çünkü 1993-94 senesinde ilk
defa ŞAMPİYONLAR LİGİ düzenlenecekti ve Galatasaray (ön elemeleri geçebilirse) o
lige katılan ilk Türk takımı olacaktı.
İlk rakip İrlanda'dan Cork City idi. Onları
geçmek kolay da olmadı ama zor da olmadı. Sırada İngilizlerin ünlü ekibi
Manchester United vardı.
Öyle güçlü bir takımdı ki; ilk defa düzenlenecek
Şampiyonlar Ligi’nin EN BÜYÜK FAVORİSİ durumundaydılar. Haliyle o Manchester’ın
karşısında Galatasaray kim olaydı? Ama Galatasaray mucizeyi başardı; 3-3 ve
0-0’lık skorlarla hem Manchester’ın havasını söndürdü; hem de tüm kulüplere
büyük gelir kapısı olacak Şampiyonlar Ligi’ne ilk katılan Türk takımı oldu.
Öyle büyük bir olaydı ki; o günlerde toplanan milli takım
kampında (Fenerbahçe kalecisi) Engin İpekoğlu Galatasaray’ın o büyük
başarısına “Nasıl yani? Bundan sonra bizim ligler yalandan mı oynanacak?”
sözlerini sarf ediyordu. Çünkü o seneden sonra bizim lige “Annenizin ligi”
muamelesi yapılmaya başlandı. Büyük takımlar ise hep Şampiyonlar Ligi’nde
oynayacaktı!
Hani yukarıda Neuchatel maçı için “Türk futbolunun miladı”
dedim ya...
İşte bu Manchester maçları ve onun ardından gelen Şampiyonlar
Ligi başarısı Türk futbolu açısından “Milat denen şeyin emmioğlu” idi.
Haliyle Galatasaray imrenilen, kıskanılan ve ürküten bir
kulüp olmaya doğru gidiyordu. Galatasaray’ın Türkiye’deki rakipleri büyük bir
panik içindeydi!
Geldik mi 1994-95’e...
Peki şu yılların muhasebesini bir yapalım mı?
Şu tablo size ne diyor?
Sizi bilmem de... Bana; “Birilerinin tahtı çok fena sallanmaya
başlamış” diyor!
Kim onlar?
Hababam Sınıfı filmlerinde herkesin tuttuğu Fenerbahçe’nin!
Tablo ortada!
Son 10 senede 9 şampiyon var. 4 Beşiktaş, 4 Galatasaray ve
sadece 1 Fenerbahçe!
Şimdi elinizi vicdanınıza koyun...
Siz Fenerbahçeli olsanız paniklemez misiniz?
Siz Fenerbahçeli olsanız “Artık şampiyonluk için her şey
mübah” demez misiniz?
Diyecekler zaten!
İşte 1994-95 sezonunu o yüzden konu aldık ve birilerinin
Türk futbolunu neden sportif teröre mahkum ettiklerini BELGELERİYLE ortaya
koyacağız!
Metin-Ali-Feyyaz’lı Beşiktaş 3 sene,
Onun ardında Galatasaray 2 sene üst üste şampiyon olmuşlar!
Yazımıza konu ettiğimiz 1994-95 sezonunda Galatasaray Alp
Yalman, Beşiktaş Süleyman Seba ve Fenerbahçe de Hasan Özaydın başkanlığında...
Galatasaray’ın başında Alman Saftig, Beşiktaş’ın başında
Alman Daum, Fenerbahçe’nin başında da Alman Osieck var!
1994-95 sezonunun İLK YARISI bittiğinde Galatasaray ve
Beşiktaş 39’ar puanla 1 ve 2. sırayı paylaşmış. Galatasaray +1 gollük averajla
Beşiktaş’ın üstünde.
Lig 3.’sü Trabzon 36, 4. Fenerbahçe ise 31 puan
toplayabilmiş.
Tablodan da anlaşılacağı gibi Fenerbahçe 8 puan geride
kaldığı için şampiyonluk hedefinden epey uzaklaşmış.
Aslında o fark 8 değil!
Aslında o fark 8 değil!
Ne
peki?
Galatasaray’a 8, Beşiktaş’a 8 (etti 16), bir de Trabzon’a 5;
yani Fenerbahçe aslında şampiyonluktan 21 puan geride!
Hani olur ya, bir rakibinize 8 olsa mucizeye gerek yok...
Ama bunlardan hangi birini geçeceksiniz? Birini yakalasınız diğeri yakalanmaz.
Anlayacağınız...
Fenerbahçe’nin 6. senesinde de şampiyonluğa ulaşması hemen hemen İMKANSIZ!
Fenerbahçe’nin 6. senesinde de şampiyonluğa ulaşması hemen hemen İMKANSIZ!
İşte o devre arasında Fenerbahçe’de kongre oluyor!
“Ali Şen başkan Fenerbahçe şampiyon” sloganıyla
Fenerbahçelinin gönlünde taht kuran Ali Şen bir kez daha Fenerbahçe’ye başkan
olmuş. (19 Aralık 1994)
Ali Şen bu durumu her zaman:
“Ben göreve talip olmam! Sadece Fenerbahçe taraftarı beni
göreve çağırırsa başkan olurum” diye anlatır.
Ama...
Gerçek sahiden öyle midir?
Ama...
Gerçek sahiden öyle midir?
Onun öyle olup olmadığının kararını (rahmetli) İslam Çupi’nin
satırlarına bırakalım. Hani Fenerbahçelilerin (ölümünden sonra) onun sözlerini adeta “atasözü”
yaptığı İslam Çupi’nin satırlarına!
Hani yeni bir yönetim geldiğinde ona en azından ilk büyük
maça kadar “kredi” verilir ya... İşte başkan olduktan 1 ay kadar sonra Ali Şen’in
Fenerbahçe’si Alp Yalman’ın Galatasaray’ına (2 maçta da berabere kalmasına
rağmen) penaltılarda 8-7 kaybederek kupada elenir. İşte öyle bir değerlendirme
yazısında İslam Çupi Ali Şen hakkında ÖNCE HAYALLER ÖLÜR başlığının altında “aynen”
şu satırları kullanmış:
“Şen ve arkadaşları pek de demokratik olmayan yöntemlerle
gariban yönetimi işbaşından uzaklaştırarak Fenerbahçe’nin başına geldiler.”
Yani...
İslam abi diyor ki:
Ali Şen Fenerbahçe’nin başına geçmek için işbirlikçileriyle
birlikte mevcut Hasan Özaydın yönetimine darbe yaptılar!
Peki... O zaman soru şu:
Fenerbahçe’yi yönetim darbesine mecbur kılan şartlar neydi?
Son 10 senede sadece 1, son 6 senede kazanılmış “sıfır” şampiyonluk
mu?
Yoksa...
Galatasaray’ın ülke sınırından taşan başarıları mı?
Ve bir soru daha...
Bu şartlar altında Fenerbahçe’nin başına geçen Ali Şen
GALATASARAY’IN ÖNÜNÜ KESMEK İÇİN neler planlıyordu?
Yolculuk başlıyor...
Bu yolculuğun ilk limanını iyi okuyun...
Zaten sonraki yıllarda Fenerbahçeli yöneticilerin sonu neden Metris oldu...
İşin daha vahimi...
İşin daha vahimi...
Fenerbahçeli ve Beşiktaşlı yöneticiler o Metris denen
hapishaneye neden “el ele” düştü?
Bu tesadüf müydü; yoksa takdir-i ilahi mi?
Diğer yazılarda bunun işaretlerini göreceğiz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder